Select Menu

Slider

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Popular Posts

Subscribe

Recent Posts (Do not edit)

Video of Day

Advertisement

Text Widget

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipisicing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation test link ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat.

Duis aute irure dolor in reprehenderit in voluptate another link velit esse cillum dolore eu fugiat nulla pariatur.

Sample Text

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipisicing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua.

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Followers

Instagram Photo Gallery

Popular Tags

Tags

Video of Day

About

Join Us

Advertisement

  • Lorem ipsum dolor sit amet, consectetuer adipiscing elit.
  • Aliquam tincidunt mauris eu risus.
  • Vestibulum auctor dapibus neque.

Ads

Need our help to upload or customize this blogger template? Contact me with details about the theme customization you need.

Advertisement

About

Our Company Inc.
2458 S . 124 St.Suite 47
Town City 21447
Phone: 124-457-1178
Fax: 565-478-1445

Technology

" });

Popular Posts

Travel

Performance

Cute

My Place

Slider

Racing

Videos


Çarpıtılmış Gerçeklikler ve Zerdüştlük

Yeryüzünde var olan tüm dinler insanların iyiliği için var olmuştur. Asıl çıkış amaçlarının temeli mutluluk, iyilik, doğruluk gibi insani değerleri ön planda tutan ilkeler üzerindedir. Zerdüştlük inancının da temeli iyilik üzerindedir. İyi davranış, iyi düşünce, iyi eylem…  Çoğu inançta olduğu gibi bu  inanç da değişikliğe uğramış ve kendi öz değerlerinden koparılmıştır. Sonrasında ve günümüzde ise tamamen çarpıtılmaktadır. Ateşe tapmak, Şeytana tapmak, Güneşe tapmak gibi çarpıtılmış bakış açılarıyla bu inanç kirletilmeye çalışılıyor.

Zerdüştilikte ateşe tapmak gibi bir durum söz konusu değildir. Ateş sadece kutsaldır ve ondan kral diye söz edilmektedir. Nasıl ki yere düşmüş bir ekmeği kaldırıp, öpüp, alnına koyduktan sonra yüksek-temiz bir konuma bırakan bir müslümandan ‘’Bakın bu ekmeğe tapıyor’’ diyemiyorsak,  ya da Hiristiyanlık’ta ,; Meryem’e, şaraba, eşitliğe tapınmıyorsa,  Zerdüştilikte de ateşe tapınmıyor. Sadece benimsenen değerlere kutsanmışlık vardır. Ki bu sadece Zerdüştlüğe özgü de bir şey değildir. Günümüzde bile namus, onur gibi kavramlar kutsallaşmış ve biz bunlara tapmıyoruz. Ve Zerdüştilikte kutsanan sadece ateş de değildir. Kılıç, topuz da kutsal sayılır ve toplantı salonlarının duvarlarına asılırlar.

‘’Peki ateşe tapınanlar hiç mi yok?’’   Gerçeklikler asla inkar edilemez zaten.  Gerçeklikler tüm çıplaklığıyla da konuşulur, yazılır, çizilir. Evet, ateşe tapınan Zerdüştler de var. Zerdüştlük inancı ne sadece bir birey tarafından kabul edildi ne de dünyadaki bütün kavimler tarafından.. Zerdüştlük inancını benimsemiş olan birkaç topluluk ateşe aşırı kutsallık atfettikten sonra ateşi nerdeyse ilahlaştırmışlardır. Ve Zerdüştlüğün öz temellerinden ayrı kalmışlardır. Ki bunlar da Müslümanların kutsal kitabı Kuran’da ‘’mecusiler’’ olarak geçmektedir.  Ya da ateşe tapan Zerdüştler de diyebiliriz. Ya da Zerdüştlük inancında değişimler yaratıp ‘’kendi Zerdüştlüğünü yaşayanlar’’ da …  Tıpkı Hristiyanlık’ta katolok ile Protestanların  ya da İslam’da Şii, Hanefi, Şafi gibi toplulukların kısmen de olsa yaşayış tarzlarında ve düşünsel yorumlarında farklılıklar oluşturduysa Zerdüştlükte de durum böyledir. Tabi Mecusiler bir mezheptir filan demiyorum ama Zerdüştlük özünü ve gerçekliğini farklı yorumlayan toplulukturlar.

‘’Zerdüştilikte-Ezidilikte Şeytana tapmak var mıdır? ‘’  Bunu açıklamadan önce Zerdüştlük dinini resmi inancı yapmış olan Med-Pers krallığı ile İskender arasında yapılan savaşın kısmi detaylarına inmek gerek  İskender Med krallığını fethettikten sonra burada Zerdüştlüğün kutsal kitabı olan Avesta’yı da yakar-zarar verir. Ceylan derisi üzerine yazılan gathaların bir bölümü kurtarılır (Günümüzdeki Avesta).  İskender’in fethinden dolayı bazı Zerdüşt toplulukları İran’ın doğusuna yerleşir. Fakat İskender fethini daha da yaymaya çalışır. Bunun üzerine buradaki Zerdüşt toplulukları Şengal’e göç ederler(Günümüzdeki Ezidiler’i oluştururlar).

Ezidilik inancında Xweda(yaratıcı)  Dünyayı yaratmak için Meleke Tawus’u  (şeytan diye bilinen Melek)  yanına çağırır ve ona dünyayı yaratma emri verir. Meleke Tawus da  Allah’tan dört melek ve dört cin ister. Allah da istediğini ona verir.  Meleke Tawus,  Allah’ın verdiği emirle dünyayı, suyu, ateşi, toprağı, doğayı yaratır.  Allah da Meleke Tawus’a  yarattığı bu doğaya tabi olmasını ister. Meleke Tawus ise; ‘’Bu kainatın ve her şeyin yaratıcısı sensin. En yüce olan da sensin. Ben sadece sana tabi olurum.’’ der.  İşte Ezidilik inancına göre Meleke Tawus bunu söylerken aslında Allaha karşı çok itaatkardır. Ve Meleke Tawusun daha da büyük bir melek olduğunu kabul ederler. Allah’ı  inkar söz konusu değildir. Şeytana tapmak da söz konusu değildir. Allaha da, Meleke Tawusa da sonsuz bir bağlılık vardır. Ki konuşmalarına bile baktığımızda iki cümlelerinin birinde mutlaka xweda, xwede (Allah) vardır.

T.C  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da  gittiği çoğu ortamlarda Kürtlerin en eski dini olan Zerdüştlüğe hakaret etmekte ve onu  çarpıtmakta,  Ünlü cicişler uzmanı Adnan Oktar da uydurmuşlukta sınır tanımamakta.  İnsanlar  kendi yanlışlarını örtmek için başkalarında kusur ararlar. Kendi ruhunu kirlilikten arındıramayanlar Zerdüştlüğü kirletmeye çalışıyorlar.  Oysa Zerdüşt;  ‘’kirletmeyin!’’ der.  İyi söz,  iyi düşünce, iyi eylem…

Ateşin sıcaklığının içimizi aydınlatması, ruhumuzu ferahlatması dileğiyle.   İyilikler bizim, daha büyük iyilikler tüm insanlığın olsun!





1.KİTABIN KONUSU
           
Romanın kahramanı Jesse ne yapacağını bilemez durumdadır. İşlemediği bir suçtan tutuklanmış ve cezaevine kapatılmıştır. Burada, zamanının bir yarısını hücresinde tek başına, diğer yarısını da, eskiden ajanlık yaptığı için onu öldürmek isteyen diğer suçlularla kavga ederek geçirir. Moralinin iyice bozulduğu bir anda, kendisine bir çıkış yolu görünür. Özgürlüğünü kazanabilmesi için, Idaho Yarımadasındaki dağlara yerleşmiş, tehlikeli ve ırkçı bir tarikatın içine sızıp bu tarikatı etkisiz hale getirmesi gerekmektedir.Tek amacı kaybettiği özgürlüğüne tekrar kavuşmaktır.

2.KİTABIN ÖZETİ

                ATLANTA Cezaevine bir helikopter iner ve Jessie WARDEN adlı tutukluyu sebep göstermeden belli bir süre için tahliyesini isterler.Gelen kişi Jessie’nin eski ajan arkadaşı Kip FULLER’dir.Jessie ise sürekli mahkumlar tarafından hapishanede baskı görmektedir.Karısını kaybetmiş ve küçük kızından da haber alamamaktadır. İşlemediği bir suçtan ömür boyu mahkumdur ve henüz on dört ay geçmiştir.
            Jessie,müdürün odasına çağırılır ve karşısında Fuller’I görür.Hiç bir şey söylenmez ve helikopter ile Başkan BARKER’in yanına hareket ederler.Jessie,Barker’dan nefret etmektedir ve kendisine onun iftira attığını düşünmektedir.Barker ona görevini anlatmaya başlar.IDAHO yarımadasında yerleşik halde bulunan Birleşik Devletler’in karşı karşıya kaldığı çok büyük tehlikeden söz eder.Buraya daha önce iki ajan daha gönderilmiş fakat hiç biri geri dönememiştir.Jessie ise karşılık olarak onların kendisine ‘af’ çıkartmalarını ister.Tek isteği hapishaneye bir daha dönmemektir.Fakat başaramaz ise geri dönecekti.Kabul eder ve gerekli bilgileri almaya başlar.Coldwater, Casey ve Ruger bu tarikatın liderleridir.Coldwater eski bir ordu mensubu ve de Vietnam gazisidir,liderdir.Casey güvenlikten sorumlu olup, Ruger’da mali işlerle ilgilenmektedir.
            Jessie bütün hazırlıkların tamamlar ve yola çıkar.Kimliği ,nüfus kayıtları değişmiş herşey kanunen düzenlenmiştir.Yeni adı Jessie BARRON’dur.Minübüsüne biner ve kasabaya ulaşmıştır bile.Tıpkı bir yolcuymuş gibi gider ve bir kafeye oturur.Kahve ister.Fazla geçmeden yanına bir polis gelir.Otururur ve sorular sormaya başlar.Jessie ailesini bir kazada kaybettiğini ve Oregon’a doğru gitmek istdiğini söyler.Polis memuru Casey’dir. Şüphelenir ve onu araştırmaya başlar.Çünkü bu kasabada yabancılar asla barınamazlar.Parmak izinden başlayarak herşeyini arar.Jessie’de onlar gibi ırkçı düşüncelerini ifade eder ve bu Casey’in hoşuna gider.Onu daha iyi tanımak için Casey onu JENNY adındaki bir çocuklu genç,dul bir kadının evine yerleştirir ve iş bulur.Ondan kalmasını ister.Jessie işinde çok çalışkan ve başarılıdır ayrıca güvenilirliğiyle hekesin dikkatini çeker.Casey onu kiliseye götürür ve papaz olan Coldwater ile tanıştırır.Coldwater ,Jessie’nin üzerine bir çok adam göndererek onu test eder.Jessie hepsinde başarılı olur ve Coldwater’in taktirini kazanır.İşler artık ciddileşmeye başlamıştır ve çok dikkatli olmalıdır.Bu arada Jessie sürekli Fuller ile temas halidedir.
            Jessie ev sahibesi Jenny’den de hoşlanmaya başlamıştır.Jenny’nin kızı Carey’I kendi kızına çok benzetmektedir.Onlarla olmak hoşuna gitmektedir.Günler geçer ve Jessie,Jenny ile birlikte olur ve evlenir. Onları gerçekten sevmektedir.Kasabaya artık iyice bağlanmıştır.
            Coldwater onu yanına alır ve herşeyi,tüm planlarını anlatır.Hatta dağların içine yerleştirilmiş üssünü bile gezdirir.Tüm bunlar çok şaşırtıcı ve akılalmazdır.Coldwater gerçekten çok güçlüdür.Jessie artık onun sağ koludur ve sonuca yaklaşmaktadır.
Bir tek Ruger ile arası iyi değildir.Ruger sürekli ondan şüphelenmektedir.Ruger ile bir gün yalnız kalırlar ve başka birini sorguya çekerken Ruger öldürülür.Artık onlar için Jessie o yeri doldurabilecek tek kişidir.Jessie sürekli ofiste aramalar yapmaktadır.
Coldwater’in kasasındaki belgelere ve paralara ulaşır.Paraları oradan kaçmak için kullanacaktır.
Jessie herşeyi planlar ve Fuller ile temasa geçer.Oraya ülkenin en gelişmiş birliklerini ister ve planlar tamamlanır.Jessie gece yarısı üsse sızar ve patlayıcıları yerleştirir.Tam çıkarken karşısında Coldwater ile Casey’i bulur.Sıkışmıştır; tam o sırada patlama gerçekleşir ve Jessie kaçmayı başarır.
Jessie aceleyle Jenny’I yanına alarak kaçacaktır.Her şey hazırdır.
Jessie bir raslantı sonucu kızı Carrie’yi de Fuller’in evinde bulur.Fuller onu korumak ve Jessie hapsteyken bakmak için almıştır.Fuller kızını ona verir ve kaçış başlar.Artık iki kızı olmuştur.Sahte pasaportlar hazırlayarak havaalanına ulaşırlar.O sırada bir görevli Jessie’yi bir odaya çağırır.Jessie karşısında Coldwater ile Casey’I görür.Büyük tartışmalar başlar ve Jessie onları öldürerek kaçmayı başarır.Uçağa biner ve aldığı paralar ile Yeni Zelanda’ya yeni bir hayata yelken açar.
Barker görevinden istifa etmiş,büyük bir tarikatı çökerten Fuller başkan olmuştur.Fuller Jessie’yi öldü diye gazetelerde yayınlatıp ona yeni bir hayat hediye etmiştir.
O ise Yeni Zelanda’da iki kızı ve karısı ile yeni bir hayata başlayacaktır.  

                                                                                                                                                                 

3.KİTABIN ANAFİKRİ

            İnsanlar hayatta ne kadar zor durumda kalacak olurlarsa olsunlar özgürlüklerini kazanmak için herşeden kolayca vazgeçebilirler.

4.KİTAPTAKİ OLAYLAR VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Jessie:Eski bir ajandır.Yakışıklıdır fakat yaşadığı olaylar onu çok yıpratmıştır.Karısını kaybetmiş ve bir iftira sonucu hapse mahkum olmuştur.
Fuller:Jessie’nin ajanlıktan arkadaşıdır.O da Jessie’nin iyiliğini düşünmektedir.
Coldwater:
Casey:
Ruger:
Jenny:
Barker:

Evîndare Welat im

Ji bo na her kesek yarek heye é min e welat yar e
Bele çibkim di deste dijminé xwînwar û xeddar e

Çiqas pesné giran béjim nikarim ez bidim zanîn
Çeleng û nazik û şeng û şepal û şox û cebbar e

Hezar wek min di vé ré de bi van derd û kulan  kuştin
Tilisma ser devé genca, di sînga min de reşmar e

Çi zanî qîmeté vé şengeşoxé dijminé bébext
Ne wek min dil bi top û awiré yâre birîndar e

Eger çendan bi dest dijmin belé yara min e şérin
Bi navé wé bilind bûme giham gerdûné seyyar e

Bi wan lévén şekerbarın bi min da soz û peymanek
Ji min pé ve ku dil nadî kesî ew yar e, béçar e

Eve soza me jı pé re ku dil her dem bidim desta
Netirsim ez ji zindan û ji lédan û ben û dar e

Li ser her kavilı rûnim, bikim qérîn heta her kes
Ji tamara xewé rabin bibin hozan û hişyar e

Di bin lingé xwe de deynin seré dijmin wekî dûpişk
Li ser pozé xwe deynin wé gula nû pişkivî xar e

Di govenda me de her kes bi dilşadî bikin dîlan
Li şûna héstiren çavan xuşîn bén co u cobar e

Eve soza min u dilber eger bimrim di vé ré de
Ji vé dinya xweş u şérın Cegerxwîn jî, ne bé par

 Cegerxwin
1-KİTABIN ÖZETİ:
                  Kitap kısa kısa hikyelerden oluşmuştur.kitabın birinci hikayesi ise kıtabın ismi olan “AGO PAŞA’NIN HATIRATI”dır.
                  Ago Paşa,herkesin isminden dolayı yanıldığı gibi bir insan değil aksine bir papağandır.Zamanında bir kuşçu dükkanında eğitilmiştir.Orada  sahibi tarafından konuşmayı öğrenmiştir.
                   Ago Paşa’nın sahibi ona o zamanda neler yasak değilse onu öğretirdi ve o da bunu söylerdi.İnsanlar da onu merakla dinlerlerdi.Ama herşeyin bir sonu vardır.Ve kuş bunu anlayamaz.Bu sefer yine aynı şeyi söylemesine rağmen bu yasaklanmştır.Bunun üzerine bu sefer sahabi polislerle uğraşmak zorunda kalır.O zaman sahibi onu tavan arasına saklar.Olaylar geçtiğinde de ona bu sefer ne söylemesi gerekiyorsa onu öğretirdi.
                    Ona ilk önce “yaşasın padişahımız” öğretilmişti.Bu yasaklanana kadar sahibi ve o mükemmel bir hayat sürmüşlerdi.Ama bu cümle de yasaklandığında yine büyük bir tehlike yaşamışlardı.Daha sonra “yaşasın hürriyet”öğretilmişti.Yine ilk önceleri herkes şaşırmış,kuşun söylediklerine şaşıyordu.Sonra bu cümle yüzünden bu sefer “ittihat ve terakki cemiyeti”ne girmişlerdi.Orada “yaşasın ittihat ve terakki” diyerek yüzlerce kişiyi başına topluyor ve onların verdiği şeyleri yiyordu.Gün geçti bu da yasaklanmıştı.Bu sefer “yaşasın şeriat” öğretilmişti.Görenler bu kuşun kendi dillerine uygun olduğunu düşünerek yine ona yiyecekler veriyorlardı.Sonra bu da yasaklanınca “yaşasın Mahmut Şefket Paşa” öğretilmiş ve bunu haykırıyordu.Bu yüzden Hareket Ordusu erkanından birine satılmıştı.İlk önceleri orada da rahat içindeydi.Bir gramofondan:
      Kimdir onlar?Kimdir onlar?
      Hareket Ordusu!
öğrenmişti.Daha sonra sokaktan geçen bir lahana turşucusunun taklidini yaparak bunu
       Kimdir onlar?Kimdir onlar?
       Hareket Ordusu!
       Lahana turşusu!
 çevirmişti.Sonra bunu dedi diye onu oradan atmışlardı.
                  Bu böyle devam etmişti.Ago Paşa öğrendikleri yüzünden ne acıklar çekmiş ve neler neler ile ödüllendirilmişti.En sonunda yeni bir cümle öğrenmişti.Bu “yaşasın Kuvayı Milliye”idi.Daha sonra bu da yasaklandı.Artık bunlardan iyice sıkılmıştı.Çünkü ne öğrettiyseler önce onu rahat ettiriyor sonra cezalanmasına neden oluyordu.



2-KİTABIN KONUSU:Bir papağanın öğrendiklerinin başına neler getirdikleri
3-KİTABIN ANAFİKRİ:Herşeyi sadece zamanına göre değil biraz da ileri düşünerek yaşamalıyız.
4-OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
    Ago Paşa:Öğrendikleri yüzünden başına gelmeyen kalmamış olan bir papağan.
5-KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:Kitap, zamanında nelerin olup bittiğini anlatan güzel bir kitaptır.
6-YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ: 

REFİK HALİT KARAY

1888'de İstanbul'da doğdu. 18 Temmuz 1965'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. Vezneciler'de Şemsü'l-Maarif ve Göztepe'de Taş Mektep'te öğrenim gördü. Özel ders aldı. Galatasaray Lisesi ve Hukuk Mektebi'ni yarıda bıraktı. Maliye Merkez Kalemi'ne katip olarak girdi. 1908'de Servet-i Fünun'da ve Tercüman-ı Hakikat'te çalışmaya başladı. Son Havadis adıyla bir gazete kurdu, 15 sayı yayımladı. Fecr-i Ati Topluluğu'na katıldı. Kalem adındaki mizah dergisinde de "Kirpi" takma ismiyle (müstear) siyasi mizah yazıları yazdı. Mahmud Şevket Paşa'nın öldürülmesinden sonra Sinop, Çorum, Ankara ve Bilecik'te sürgün hayatı yaşadı. 1918'de İstanbul'a döndü. Robert Kolej'de Türkçe öğretmenliği yaptı. Vakit, Tasvir-i Efkar ve Zaman gazetelerinde makaleleri yayımlandı. Damat Ferit Paşa'nın dostluğu sayesinde, mütarekeden hemen sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na katıldı. Posta ve Telgraf Umum Müdürü olarak görevlendirildi (1919). İzmir'in işgalinden sonra Anadolu Hareketiyle İstanbul Hükumeti arasında yaşanan telgraf krizinde İstanbul Hükumetini tuttu. İstanbul'un düşman işgalinden kurtarılışının ardından 1922'de Beyrut'a kaçtı. 1938'de affın çıkmasından sonra yurda döndü. Ölünceye dek yazılarını sürdürdü.
1.KİTABIN KONUSU : Bu kitap, kökleri Giritli Deli Mustafa Naili Paşaya kadar uzanan bir ailenin kızı olan Aylin DEVRİMEL ‘in fırtınalı yaşamının öyküsüdür.

2.KİTABIN ÖZETİ :
Lise yıllarında uzun boylu ve sıka bir kız olan Aylin zamanla güzelleşmiş ve bir gün Esma teyzesinin daveti üzerine Paris’te bir otelde buluşurlar otelde prens olduğu söylenen bir Arap’la tanışır ve bu tanışmanın sonunda prensle görkemli bir yaşantı için evlenir Prenses olur. Ancak her şey düşündüğü gibi gitmez Prens Senusi doğu kültürü ile yetiştiği için batı kültürü ile yetişen Aylin’e ters gelmekte zamanla Aylin’in özgürlüğü kısıtlanmaktaydı evliliğe başladığı gibi sakin değil büyük bir kaçışla son buldu; yaz sonunda Aylin, ablası Nilüferle Cenevre ye gider. Yaşamanın ideali olan tıp okumaya karar verir ve büyük uğraşlar vererek Neuchatel Üniversitesine kayıt yaptırır. Okulun ilk yıllarında hayatında çok büyük değişiklikler yaparak, ihtişamlı hayatından sıyrılarak sade bir öğrenci olur. Tek hedefi olan tıp fakültesini bitirmek için çok çalıştı daha sonra fizik ve kimya derslerinde yardımcı olan Jean-Pierre ile evlendi. İki öğrencinin bu evliliği zaman içinde Aylin’in dış görüntüsünde olduğu kadar iç dünyasını da değiştirecektir. Aylin Jean-Pierre ile birlikte yaşadığı günlerde tıp ilmi ile yakından tanışıp ufkunun penceresini o zamana kadar hiç bilmediği yepyeni bir dünyayı ardına kadar açacak peşinden koştuğu gerçek zenginliğin dış dünyanın görkemli vitrinlerinde değil de insanlığın iç aleminde bulunduğunu öğrenecekti. Okul sonunda Jean-Pierre Nos Alamus’taki nükleer araştırma merkezinden geri çeviremeyeceği bir teklif aldı. Aylin de New Rachel Hospital Medical Center’dan teklif aldı ; onların birbirlerine karşı olan sorumlulukları artık bitiyor müşterek hayatları bir yol ayrımına giriyordu. Ellerinde bu evlilikten altı yıllık sağlam bir dayanışma ve derin dostluk duyguları ile dopdolu gençlik anıları kaldı sadece.
Aylin çok ciddiye aldığı bu işine büyük bir heyecanla başladı. New Rachel’de tanıştığı Afganistanlı genç meslektaşı Azim’in karısı 11 yaşından beri arkadaşı olan Zeynep TARZI çıktı. Aylin, Zeynep ve Azim ile gittiği Afgan sefahati kokteylinde Paswak adındaki Birleşmiş Milletlerin Afgan esiri ile tanışır. Paswak evli olmasına rağmen Aylin ile arasında duygusal bir bağ oluşmuştu. Aylin o yılı aklı beş karış havada geçirdi. Bütün vakitlerini beraber geçiriyorlardı. Paswak bu yüzden önce Wall Dame’nin Birleşmiş Milletler genel sekreterliğine daha sonra 1974 yılında Hindistan sefirliğine tayini çıkmıştı.
Aylin kaderin ağlarını onlar için giderek daha çileli iplerle örmekte olduğunu nihayet görmeye başladı; ya sevdiği adamı peşinde dünyayı adım adım dolaşacak ya da mesleğini ön plana alacaktı. Tam meslek uğruna değmez derken Hastanede Psikiyatri bölümü şefliğine terfi etti. Sonunda Aylin’in sağduyusu aşkına galip geldi. Aylin gönlü yaralı bar kuşunu çok kısa bir süre oynadı sonra toparlandı ve işinin başına döndü. Arkadaşı Azim’in vasıtası ile kendi meslektaşı olan Michel RAMODİSLİ ile tanıştı. Michel’i çok etkileyici bulmadığı halde evliliğe giden ilk adımları Michel’in evinde attılar. Daha sonra Aylin bu evlilikten deliler gibi çocuk istemeye başladı. Aylin’in bu isteğine karşılık Michel dinine ve geleneklerine çok bağlı olduğunu doğacak çocuğun Yahudi kültürüne göre yetiştirilebileceğini söyledi fakat Aylin bunu bile sorun etmedi dinini değiştirmeyi göze aldı. Aylin’e göre insanları dinlerine, ırklarına ve dillerine göre ayırmak çok saçma idi ona göre insan, insan olduğu için çok değerli idi onun insan sevgisini bir din veya ırk engelleyemezdi Aylin çocuk yapma isteğinden 6 düşük yaptıktan sonra vazgeçecekti.
Aylin meslektaş olduğu Michel ile her an beraberdi işyerleri bir, evleri bir kısacası bütün zamanları birlikte geçiyordu belli bir süre sonra birbirleri ile bu kadar çok birlikte olmaları Aylin’i çok sıkmıştı gün geçtikçe birbirlerinden kopuyorlardı ve bir gün Aylin kocasına haftanın belirli günlerinde birbirlerine izin vermelerini bugünlerde değişik insanlar ile çıkabileceklerini bunu sonucunda diğer insanlarda görecekleri eksiklikleri kendilerinde tanımlayıp birbirlerine ölümsüz sevgi ile bağlanacaklardı. Fakat düşünülen olmadı Aylin yurt dışında olduğu günlerden birinde Michel bir arkadaşının evinde Barbara adında bir bayanla tanıştı ve bu tanışma evliliklerinin sonunu getirdi. Aylin sıkıntılı bir zamanında vardığı karar sonucunda kocasını kaybettiği için hem üzgün hem de suçluluk duygusu içerisindeydi. Bu sıkıntı ve üzüntü uzun sürmedi her şeyi bir kenara bırakıp mesleğinde ilerledi fakat bu ilerleme bile onu tatmin etmedi. Bir süre sonra Amerikan ordusuna katılarak Körfez savaşında ruf sağlığı bozulan hastaları tedavi eden doktor olmayı düşündü bu nedenle Oklahoma’ya körfez savaşında zarar görmüş askerleri tedaviye gitti.
Aylin Üniformasını ilk kez 1992’nin soğuk bir Ocak gününde giydi. 9 Kasım 1992’de ordunun fiziksel aktiviteler sınavını yüksek bir puana kazanarak başarı sertifikası aldı. Aylin ordudaki görevinde yine işine devam ediyor, hastalarına çare bulmaya çalışıyordu bir gün kendisine yeni bir hasta verildi bu kez hasta körfez savaşından sonra geldiği sivil hayata uyum sağlayamıyordu. Bunun sonucunda hiçbir suçu olmayan bir çok sivili katletmişti.
Aylin bu hastası üzerinde çalışırken Amerikan ordusunun askerlerini cesaretlendirmesi için verdiği ilaçların yan etkisi sonucu hastanın bu duruma geldiğini saptadı ve bu sonucu tez bir halde askeri yetkililere bildirdi. Aylin’in verdiği bu sonucu askeri yetkililer daha önceden bildiğinden Aylin’in bu olayın üstüne gitmemesini istediler ve onu uyardılar Aylin bu sessizliği sindiremeyerek sözleşmesinin bitmesinin ardından Albay rütbesindeyken ordudan ayrıldı.
Ordudan ayrılmasından sonra 19 Ocak 1995 Perşembe günü evinin bahçesinde o sabah evini temizlemeye gelen hizmetçisi tarafından kendi arabasının altında ölü bulundu. Zengin, ünlü ve saygın insanların yaşadığı mahallede yerel polis ve yerel yöneticiler mahallenin adını polisiye bir olaya karıştırmamak için dosyayı apar topar denebilecek bir hızla kapattılar teşhis ise “Freak Accident” yani Garip bir kaza idi.
“... Yükseltilmiş sahnede kapağı açık maun bir tabut duruyordu uzun bir sıra oluşturan insanlar tabutta yatan albay üniformalı Amerikan subayını selamlayıp içlerinden dua veya veda ederek tabutun başından ayrılınca yanan yürekleriyle gelip salondaki koltuklarda yerlerini alıyorlardı. Herkes etrafa hakim olan ordu düzeninin saygınlığını kutsar gibi sessizce ağlıyordu ... Katafalkın üstünde dört bir yanı rengarenk çiçeklerle donanmış tabutta yatan kişi, bir askerden çok, oraya bir film çekimi için öylece uzanıvermiş bir Hollywood yıldızını andırıyordu. Bu albay üniformalı Amerikan subayı bir Türk kadınıydı.

3.KİTABIN ANA FİKRİ: Bir insanın azimle çalışınca başaramayacağı hiçbir şey yoktur.



4.KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :

Aylin,genç,güzel,çalışkan ve azimli bir Türk kızı.Hedeflerine ulaşmak için her türlü fedakarlığı göze alıyor.
Michel,yakışıklı,dürüst aynı zamanda da Aylin’in meslaktaşıdır.Aylin ile evlenir.

5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER : Yazar,Aylin’in başarılarla dolu hayatını oldukça açık bir dille ve gayet akıcı bir üslupla anlatmıştır.Okunmaya değer bir kitaptır.

6.YAZAR HAKKINDA BİLGİ :

AYŞE KULİN

Arnavutköy Amerikan Kız Koleji Edebiyat bölümünü bitirdi. Çeşitli gazete ve dergilerde editör ve muhabir olarak çalıştı. Uzun yıllar televizyon, reklam ve sinema filmlerinde sahne yapımcısı, sanat yönetmeni ve senarist olarak görev yaptı. Öykülerden oluşan ilk kitabı Güneşe Dön Yüzünü 1984 yılında yayınlandı. Bu kitaptaki "Gülizar" adlı öyküyü, Kırık Bebek adı ile senaryolaştırıldı ve bu sinema filmi 1986 yılının Kültür Bakanlığı Ödülü’nü kazandı. 1986’da sahne yapımcılığını ve sanat yönetmenliğini üstlendiği Ayaşlı ve Kiracıları adlı dizideki çalışmasıyla Tiyatro Yazarları Derneği’nin En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü’nü kazandı. 1996 yılında Münir Nureddin Selçuk’un yaşam öyküsünün anlatıldığı Bir Tatlı Huzur adlı kitabı yayınlandı. Aynı yıl, Foto Sabah Resimleri adıl öyküsü Haldun Taner Öykü Ödülü’nü, bir yıl sonra aynı adı taşıyan kitabı Sait Fait Hikâye Armağa’nı kazandı. 1997’de yayınlanan Adı; Aylin adlı biyografik romanı ile, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından yılın yazarı seçildi. 1998 yılında Geniş Zamanlar adlı öykü kitabı, 1999’da İletişim Fakültesi tarafından yılın romanı seçilmiş olan Sevdalinka ve 2000’de yine bir biyografik  roman olan Füreya yayınlandı.


 KİTAPLARI;
Güneşe Dön Yüzünü (1984)
Bir Tatlı Huzur (1996)
Adı; Aylin (1997)
Geniş Zamanlar (1998)
Sevdalinka (1999)
Füreya (2000)

-
1.KİTABIN KONUSU  :

   Kitap, insanoğlunun yüzyıllardır mutluluk, serüven, kaçış özlemlerinin bir simgesi olan ada kavramını, bu kavramın İngiliz yazınında nasıl irdelendiğini örneklerle göstererek "Ütopya", "Yeni Atlantis", "Gulliver'in Seyahatleri", "Robinson Crusoe" gibi klasiklerin yanında başka birçok yapıtı da bu bağlamda incelemektedir.

2.KİTABIN ÖZETİ  :
 
   Utopyada  Ada : “Ada”nın “dünya“dan daha iyi bir yer, daha mutlu bir yaşama ortamı olarak düşünülmesi ile utopya ortaya çıkar. Utopya , Thomas More’ un bu türe adını veren ünlü yapıtında olduğu gibi, başka ilkelerle işleyen daha iyi daha güzel bir toplum ülküsünün dile gelişidir. Utopya yazarının amacı, uzak bir adanın duygusal renkliliği ya da eşine rastlanmadık tehlikelerini anlatmak değil, sunacağı bir toplum düzeniyle hem kendi toplumunun işleyişindeki aksaklıklara çözüm yolu önermektir.
    -İlk Çağda Özlenen Ada : Utopyacının örnek toplum ülküsünde bildiğimiz tarihsel zamanın akışı ötesinde bir süreklilik kalıcılık verecektir. Bütün bu özellikler “ada”yı derli toplu bir düzenin, güvenliğin, mutluluğun ancak kafalarda birer özlem olarak sürdürdüğü büyük “dünya” nın karşıtı kılar.
    -Orta Çağda Özlenen Ada : İlk Çağın özlediği mutluluk adası, gerçek dünya ile karşıtlığı yönünden bir öte dünya öğretisiyle kolayca bağdaştırılabildiği için, orta çağda Hrıstiyanlığın cennet ülküsü ile birleşir. Halk batıdaki cennet ada inancını günlük yaşamın gerçekleri çevresine sokmaktan hoşlanır. Bu halkın bu dünyanın nimetleri ile dolup taşan bir cennet düşünmesine yol açar. Ondördüncü yüzyıl başlarından kalma ingiliz halk şiiri “The Land Of Cokaygne” bu düşünce eğlimini yansıtır. İspanya’ nın batı açıklarında bir ülkedir Cokaygne. Cenneten güzeldir Cokaygne. Nedir ki cennet dedikleri, çimenlikten, çiçeklerden, yeşil dallardan başka? Ne bir salon ,ne oda, ne oturacak bir iskemle vardır orda. Susuzluğunu dindirmek için, sudan başka içki yoktur. Oysa Cokaygne’ nin ırmaklarından yağ, bal, süt, şarap akar. Her yiyeceğin en iyisi oradadır. Kiliselerin kuleleri, pastadan yapılmıştır. Nar gibi kızarmış kazlar, tıpkı Brugel’in Ünlü “Schlaraffenland” tablosundaki gibi, “ Ye beni!” diyerek, gökten insanın ağzına süzülüverir.
-          Yeniçağda Özlenen Ada : Cokaygne ile Utopia arasında aşağı tukarı ikiyüz yıl vardır. Bu süre içinde Avrupa insanın büyük değişikliklere uğramış, yeni çağ başlamıştır. Fransız, İngiliz, İtalyan yazınları büyük gelişme gösterdi. İspanyol yazınları bu dönemi, bugün bile “ Altın Çağ “ diye anılır. Yazın alanında bu yeni gelişme ada kavramında da değişiklik yarattı. Özlenen mutluluk adası, ölümün gölgesinde taşıyan Hrıstiyanlık cenneti değildi artık.
-          Gulliver Adaları : Gulliver Gezileri, insanlığın başlıca dört yönünü ele alan bir taşalamadır. Lilliput, Brobdingnag ülkekeri insanın insanın politik bayağılıkları ile gövdece çirkinliğini; Laputa, Balnibarbi, Glubbdubrib, Luggnagg adaları insanın kafasının sapıklıklarını, düşünen atlar Houyhnhmlerin adası ise çökmüş insan ahlakını, yürekler acısı gülünçlüğüyle göz önüne serer.
-          Robinsonadda Ada : Yeniçağda Avrupa insanının büyük denizlere, bilinmeyen kıtalara, ülkelere açılmasıyla gelişen gezi yazını, ada utopyalarının yanı sıra, sonradan robinsonad diye adlandırılacak yeni bir öykü türü ortaya çıkmasına başlıca etken olur. Robinsonad, Alman uazın tarihçilerin başlangıçta, Robinson Cruose’ yu yansılayan ıssız ada öykülerine taktıkları addır. Robinsonadda utopyadakinin tam tersi anlamlar kazanır. Utopyada bu özellikler kendine yeterlilik, güvenik, derli topluluk,  tarihsel akış dışında bir kalıcılık anlamına gelirken, robinsonadda ada ortamının dışa kapalılığı, bir tutsaklık sürgün duygusuna, görünmez tehlikeler karşısında duyulan bir korkuya; kendiyle sınırlamışlığını korkunç bir yalnızlığa ; duran – zaman biçimi ise, uygar dünyanın akışından kopmuşluk düşüncesine dönüşür.
-          Robinson Crusoe : Kocaman azgın bir dalganın, gemisi batmış Robinson Crusoe’ yu kaldırıp bir ıssız adanın kayalık kıyılarına atmasıyla, ada konusu yazın alanında gelmiş geçmiş en ünlü örneğine kavuşur, yeni çağın öykücülük sanatında da yepyeni bir çığır açılır.
-          Çağdaş Romanda Ada : On dokuzuncu yüzyılda gemiciliğin sürekli olarak ilerlemesi, dünya denizlerinin karış karış bilinir bir duruma gelmesi, yazın alanında ada konusunun uygulanışını birkaç yönden etkilemiş bir gelişmedir.
Okyanusların bilinmez birer tehlike alanı olmaktan çıkmasıyla, deniz kazaları, batık gemiler, ıssız ada serüvenleri on sekizinci yüzyıl sonlarından bu yana hızla azalınca, günümüz insanın serüven özlemi de başka konulara yönelmiştir. Bu gün bilim-kurmaca romanları ıssız ada konusu üzerine değil, teknik gelişmenin varabileceği bilinmez alanların ürpertici serüvenleri üzerine değil kurulmaktadır. Öte yandan, gene teknik gelişmenin bir sonucu olarak uzay insan oğlunun önünde uzanan uçsuz bucaksız bir serüven alanı durumuna gelmiştir.
-          Sonuç Olarak ; Bir ada ortamı, kendisini belirleyen, dışa kapalılık kendisiyle sınırlandırmışlık, duran-zaman biçimi gibi özellikleriyle “dışarı” nın, dış dünyanın karşıtıdır. Yaratıcı bir yazar, anlattığı bir olayı ya da durumu istediği oranda geçirebilir. Ancak anlattıklarına yer olarak bir adyı seçen yazarı, ada ortamının bu özellikleri belli ölçüde sınırlar. Bu bakımdan, yazındaki düşsel adalar çoğu arasında ortak benzerlikler vardır.
    Bütün düşsel adalar bir denizle çevrili ya da sularla çevrilidir, hepsi dışarıya kapalıdır. Dışarıdan içeriye, içeriden dışarıya bir giriş çıkış zordur. Dışarıdan bu ayrılmışlık, Atlantis’ te adanın çevresindeki kanallara, dev duvarlarla, St. Brendan’ ın adasında adayı bir örtü gibi saran sis bulutlarıyla pekiştirilirken, More’ un Utopya’sında yarım ay biçimindeki adaya giriş çıkışın sıkı bir denetim altında bulunan tek limana bağlanması dile getirilir.
    Görüldüğü gibi, ada kavramına duyulan ilgi çok eski çağlardan günümüze değin insan bilincinde süregelmiştir. İnsanoğlunun bilinci ile gözlemi, ada ortamını bütün değişik anlamıyla yaşamıştır.
3.KİTABIN ANAFİKRİ  :

   Ada kavramının insan bilincinde kazandığı değişik anlamlardan doğan ayrı tür anlamlarıdır. 

4.OLAY VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ  :

   Kitap bir araştırma olduğu için kitapta şahıslar bulunmamaktadır.

5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER  :

   Kitap yazarın bir araştırması olduğu için Ada kavramını değişik zamanlarda değişik yerlerde ada değince insanların aklına neler geldiğini anlatıyor.Merak ederseniz okumanızı tavsiye ederim.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ  :

   Akşit GÖKTÜRK (27 Aralık 1934, Van –26 Şubat 1988,  İstanbul),edebiyat eleştirmeni, yazar ve dilbilimci.
   İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’ nü bitirdi (1960).1961’ de aynı fakülteye asistan olarak girdi. 1965’ de doktorasını verdi; 1972’ de doçent, 1978’ de profesör oldu. İngiltere’ de Nottingham Üniversitesi’ nde (1964-65) ve Almanya’ da Konstanz Üniversitesi’ nde (1970, 1974-76) arştırmacı olarak çalıştı. Upsala (İsveç) ve Batı Berlin üniversitelerinde çevri konuları ve yöntemleri konulu seminerler yönetti. Robinson Crusoe’ nun Türkçedeki ilk tam çevrisiyle 1969 TDK Çevri Ödülü’ nü kazandı. 1975-83 arasında TDK Yönetim Kurulu Üyeliğinde bulundu. 1958’ den sonra Varlık, Yeni Dergi, Türk Dili, Yeni Ufuklar, Çağdaş Eleştiri gibi dergilerde çeşitli inceleme yazıları ve çevriler yayımlayan Göktürk, eleştirilerinde dil çözümlemelerine ve üslup sorunlarına ağırlık verdi.

   D. H. Lawrence, T. S. Eliot, E. Kastner, F. Dürrenmatt gibi yazarlardan yaptığı çevrilerle tanına Göktürk’ ün başlıca yapıtları Edebiyatta Ada (1973), Okuma Uğraşı (1979) ve Çevri:Dillerin Dili’ dir (1986).
-
aşk iki kişiliktir


değişir yönü rüzgarın
solar ansızın yapraklar
şaşırır yolunu denizde gemi
boşuna bir liman arar
gülüşü bir yabancının
çalmıştır senden sevdiğini
içinde biriken zehir
sadece kendini öldürecektir
ölümdür yaşanan tem başına
aşk iki kişiliktir

bir anı bile kalmamıştır
geceler boyu sevişmelerden
binlerce yıl uzaktadır
binlerce kez dokunduğun ten
yazabileceğin şiirler
çoktan yazılıp bitmiştir
ölümdür yaşanan tek başına
aşk iki kişiliktir

avutamaz olur artık
seni, bildiğin şarkılar
boşanır keder zincirlerden
sular tersin tersin akar
bir hançer gibi çeksen de sevgini
onu ancak öldürmeye yarar
uçarı kuşu sevdanın
alıp başını gitmiştir
ölümdür yaşanan tek başına
aşk, iki kişiliktir

yitik bir ezgisin sadece
tüketilmiş ve düşmüş gözden
düşlerinde bir çocuk hıçkırır
gece camlara sürtünürken
çünkü hiçbir kelebek
tek başına yaşamaz sevdasını
severken hiçbir böcek
hiçbir kuş yalnız değildir
ölümdür yaşanan tek başına
aşk iki kişiliktir

ataol behramoğlu

(aşk iki kişiliktir)               


-
1)KİTABIN KONUSU:

Küçük yaşta gördüğü kötü muamelelerden dolayı acıma duygusu olmayan bir öğretmeni anlatıyor.


2)KİTABIN ÖZETİ:

Zehra adında bir öğretmen çok acımasız bir karaktere sahipti.Öğrencilerine her zaman kötü davranıyordu. Bir gün babasının öldüğünü duydu.Babasının evine gitti.Fakat hiçbir şekilde üzülmüyordu. Babasını yanına gitmeden başka bir odaya geçti. Odada bulunan sandıktan babasının hatıra defterini buldu.Bu hatıra defterini okudukça babasına haksızlık ettiğini anlamaya başladı.Acıma duygusu olmayan Zehra öğretmen babasının geçmişte bulunduğu duruma acımaya başlamıştı. Annesinin babasına karşı haksızlık yaptığını anladı.Büyük bir üzüntüyle odadan çıkarak babasının bulunduğu odaya gider. Ve onun yüzüne örtülü olan çarşafı kaldırarak onu öper. Daha sonra Zehra öğretmen okuluna geri döner ve bir süre sonra orada evlenir.


3)KİTABIN ANA FİKRİ:

 Geçmişte yaşanan acı olaylar insan yaşamının  diğer bölümlerinde sürekli etkili olur.

4) KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN ÖZELLİKLERİ:

Zehra Hanım            : Acımak nedir bilmeyen dik başlı, çatık kaşlı, asabi bir insandır.
Tevfik Bey                : Zehra Hanım için elinden gelen herşeyi yapmak isteyen fedakar ve iyi bir insandır.
Mürşit Efendi           : Zehra Hanım’ın babası. İyiliklerden yana ve fedakâr bir insandır.
Müşerref                   : Mürşit Efendi’nin karısı. Oldukça bencil ve para düşkünüdür.
Feriha                        : Mürşit Efendi’nin kızıdır.Veremden öldü.
Kayınvalide              : Aşırı tutkuları olan ve bencil bir yaratılışa sahiptir.

5) KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

            Kitap klasik bir Türk romanıdır; fakat bu romanda anlatılan olay oldukça akıcı ve gerçekçi dille anlatılmıştır. Dili sadedir, anlaşılması kolaydır ve tasvirler çok yerinde kullanılmıştır.


-
Agatha CHRISTIE - Acı Kahve Roman Özeti


Sir Claud Amory, bir fizik uzmanı idi ve uzunca bir zamandır atom partiküllerinin hareketleri üzerinde incelemeler yapıyordu. Bir gün aradığını buldu, bulduğu şimdiye dek kullanıla gelen patlayıcılardan binlerce kez daha etkili bir bomba formülüydü bu formül bir servet değerinde idi. Çünkü bu formül karşılığında pekçok devlet hazinelerinin kapılarını ardına kadar açabilirdi. Yalnız Sir Amory ‘i düşündüren bir mesele vardı. Oda aile fertlerinden birinin formülü çalacağını hissetmesi idi. Evet o bunu hissetmişti ama bunu kimin yapacağını bilmiyordu. Bu sorunu çözmek için kendisi gibi alanında uzman olan birine ihtiyacı vardı. Bu kim olabilirdi? Daha önce tanışmasa da methini duyduğu Belçika asıllı dedektif Hercule Poirot olabilirdi, çünkü o zehir gibi bir dedektifti ve çözemeyeceği olayın olamayacağına inanırdı. Onu evine davet ederek olayı çözmesini rica etti. Mr. Poirot da bu nazik davete icabet etti. Yalnız Mr. Poirot daha Sir’ün evine varmadan olaylar cereyan etmeye başladı.

Sir Amory’nin evinde hiç evlenmemiş olan ablası, oğlu Richard, oğlunun İtalyan asıllı karısı Lucia, bir bayan yeğeni, İtalyan doktor Carelli, evin İngiliz uşağı ve Sir’ün sekreteri bulunmaktaydı. Bu ev halkı yemek sonrası sohbet yapıyorlardı. Sir’ün gelini güzel Lucia kendisi gibi İtalyan olan doktordan rahatsızmış gibi davranmaktaydı, sanki doktor onu sıkıştırıyordu. Kocası Richard’ da bu davetsiz eski dosttan rahatsız görünüyordu. Zaten ilk fırsatta karısına kendisini o doktor ile niye aldattığını soracaktı. Tüm bunlar Lucia’yı daha da kötü etmişti ve fark edilir hale gelen Lucia’nın rahatsızlığını tedavi etmek için ilaç kutusunu bulunduğu raftan indirmişlerdi. Doktor Carelli, ilaç kutularına bakarak ne işe yaradıklarını söylüyordu. Şişede öldürücü zehirli ilaçlar bile vardı ve uyku getirerek insanı öldüren ilaç hayli ilgi çekmişti. Lucia, farkettirmeden ondan bir avuç kadar almıştı. Bu esnada kahve servisi başlamıştı. Richard karısının yanına giderek onun gönlünü almıştı. Sır Amory ise uşağına kapıları dıştan kilitlemesini emretmiş ve kahvesini yudumlarken izaha başlamıştı. Önemli ve de çok değerli bir formül bulduğunu ama ev halkı içinden birinin bunu çalmak istediğini bildiğini ve bunu düşünen kişiyi son bir fırsat olarak az sonra ışıkları kapattıracağını bu esnada az önce çalmış olduğu formülü sehpanın üzerine koymasını aksi halde çağırttığı ünlü dedektif Mr. Poirot ‘un suçluyu bizzat bularak gereğini yapacağını ikaz etti. Bu arada kahvenin acılığından bahsetti. Işıkların söndürülmesini emretti.

Mr.Poirot ulaştığında Sir Claud Amory koltuğunda ölü olarak bulunuyordu ve sehpanın üzerinde de içi boş bir zarf duruyordu. İlk başta tüm şüpheler bir yabancı olan ve pek güven veren bir intibah vermeyen doktor Carelli’ye yönelmişti. Lucıa’nın doktora antipatisi ve rahatsız halide Mr. Poirot tarafından farkedilmekteydi. Gerçi diğer şüphelilerde merhumu pek sevmiyorlardı. Özellikle merhumun bayan yeğeni bunu açıkça dile getirmiş ihtiyarın pintiliği ve huysuzluğundan bahsetmişti. Olay bu halde önünde dururken Mr. Poirot olayı zekası, titizlik ve dikkati sayesinde çözmüştü. Gelin Lucıa’yı söz oyunlarıyla köşeye sıkıştırıp ondan kötü ün salmış bir bayan ajanın kızı olduğunu ve bunu bilen doktor Carelli tarafından şantaj önerisine maruz kaldığını ama formülü çalanın ve kayınpederini öldürenin kendisi olmadığını söyletti.

Zaten Mr. Poirot ayrıntıları yakalamıştı. İlaç kutusu ile olaydan evvel oynanmış olduğunu, rafın tozlu olmasına karşın ilaç kutusunun olay anında tertemiz olmasından anlaşılmıştı. Şüpheli görülen sekreter bayan yapılan sorgu esnasında sıkışınca yine aynı zehirle Mr. Poirot’u da öldürmeye çalışınca ki, Mr. Poirot yine zekası ve uyanıklığı sayesinde kurtulmuştu. Katil sekreter yakalandı ve adalete teslim edildi
-
Kimlik ve edebiyatArkaik ve köktenci toplumlarda edebiyat, tabiata ve yaradılışa üstünlük sağlayan aynı zamanda beraberce yaşama ortamını çağdaşlaştıran bir tansık aygıtıydı. Fakat edebiyatın referans uzanımı sadece bu değildi; edebiyat bir bakıma hegemonya ve inisiyatif edinme çabasıydı: tabiata, yaşantı tertibatına, garazkara, başkaca abecesel düzene... Başkaca bir ifadeyle edebiyat; ayrıksı toplumların ve etnik bölüntülerin yazınsal ve şifahi kültür repertuvarının genişlemesi, gelişmesi ve yetkinleşmesi direnimini sağlıyordu. Böylece, birey varlıksız kimliğinden, edebiyat aracılığıyla kolektif bir varoluşa paydaş oluyordu. Kimlik dilinin türetici ve üretici bir maksatla kullanıldığı edebiyat da ayrıksı kavimlerin kültürel ve sanatsal yerleşke kazanmasında etkin bir savaşım oluveriyordu.

Toplumların çağcıllaşma parametrelerine ayarlı ve bağımlı olarak söylem gücünü sistemleştiren, böylece bireyleri aydınlatan ve akıllandıran edebiyat, başlı başına kimlik realitesini kanıtlamaktadır. Bireye bağlaşık ya da bireyin bağlaşık olduğu anadiliyle... Edebiyatı olmayan herhangi bir etnik kitle veya milli kütle malumatlı ve ferasetli bir toplum olamayacağı gibi, edebiyatçı yaratmayan bir toplum da bireyin anadiliyle dirayetli ve kabiliyetli yaşama olanağını hazırlayamaz. Diğer taraftan bir topluluğun edebiyatı ve edebiyatçısı olmasına karşın etnik menşesine yabancı karakteri olan başka bir ulusun buyurgan ve bütüncül bir sıkıyönetim mantalitesi altında edebiyat ve sanat ortaya çıkarma çekincesiyle debelleşmesi, o halkın kutsi etnik yaradılış mahiyetine yönelik bir çeşit kültür kıyımı veya kırımıdır.

Edebiyat, bireyi anadiline doğallıkla künyesine kenetler ve angaje eder. Herhangi bir ulusun kimlik hürriyeti ve kültür serbestliği edinebilmesi için meşrebine özgü ve biçilmiş kaftan olan dilini edebileştirmesi ve ebedileştirmesi kaçınılmaz. Her etnik bölüngünün, dili ötekinden farklıdır; dolayısıyla yeryüzündeki ulusların veya etnik bölüngülerin birbirinden ayrıksı, ancak karşılıklı kültür ticaretiyle yetişen ve yetkinleşen, kendilerine özel dilleri ve dağarcıkları vardır. Ve kimliklerin kökleşmesi ve ölümsüzleşmesi için baskısız ve özgür dil statüsüne gereksinimi vardır.

Zengin, tumturaklı ve ozansı bir dil olan Kürtçe, tarihi ilerleyişi içinde siyasi ve ekonomik handikap ve markajdan dolayı tükenmemişse de, saha dışı şoven zorbalığın fazlalaşması ve genişlemesi aynı zamanda mandater kültür ekollerinin sömürgen siyasası nedeniyle literatürsel zayiat vermiştir.

Kürt edebiyatının otantik ve ontolojik esaslarıyla ilgisi olmayan başkaca bir öz, Kürt düşüncesiyle ilgisiz farklı bir kavram kotası kanıksatılmaya çalışılmış bununla birlikte, asimilatör sistemin çabalarıyla 'Yezd‰n Coğrafyası' kökensel diyalekt formatından uzaklaştırılmaya çalışılmıştır.

Haksız anlaşılmaları önlemek adına şu hususun da altını çizeyim: adamsendeci ve içedönük ve her yanı milli veya etnik hassasiyetlerle örülmüş bir edebiyatı onaylamıyorum, nedeni şu ki kendi kendine saplanmış ve körlenmiş bir edebiyat canlılık ve modernlik imkanlarını kaybeder. Bir kavmin edebiyatı başka kavimlerin edebiyatlarıyla müşterek romancılık ve dramaturgi alışverişini edinirse daha süratli çağdaşlaşır. Bu alış durumu tek taraflı olduğu zaman kimlik edebiyatı adına sakıncalı ve ölümcül bir süreç başlamış olur; yazınsal münasebet başka bir kimliğin edebiyatına yaltaklanmak ya da o ayrıksı kimlik edebiyatı adına faaliyete geçmek demek değildir. Aktarmacılık, benzeşmecilik ve yaltaklanmacılık kimlik edebiyatını dejenerasyona uğratan ve bireyi kimliğinden çıkartan, onu kendi karakteristiğine yabansılaştıran bir çeşit tehlikedir. Modernize ve rasyonalist genç Kürt kitlesinin kimlik edebiyatını ve kimlik dilini kemiren ve harcayan haraççı ve yontucu kültür parazitlerini mantıki tedbirlerle engellemeleri gerekir. Zira Mezopotamya Kürt coğrafyasının boğuştuğu kültürel tahribat ve sabotajdan sıyrılması için azimkar ve gayretkeş Kürt gençlerinin zihinsel devrimine ihtiyacı vardır. Edebiyat bütün uygarlıklarda olduğu gibi Kürt kimliğinin de barometresidir ve bu barometrenin yükselişi Kürt gençlerinin reformist yazınsal çabalarından geçer.

Nurettin BOZTEMİR
Zimanê kurdî zimanek şaxê îranî yê bakûr-rojava yê malbata zimanên hînt-ewrûpî. Berê her tişt li Kurdistan tê axaftin, zimanê dayîkî piraniya kurdan e.

Çend zaravên kurdî hene. Kurmancî li bakur û rojavayê Kurdistan, soranî li başûr û rojhilatê tê bi kar anîn. Kurmancî bir piranî bi tîpên latînî tê nivîsandin, soranî bi tîpên erebî.
Zaraven din kurmançkî, feylî ne. Kurmançkî/Zazakî carna jî wek zimaneke din tê dîtin.

Zimanê Kurdî 
Ji ber ku zimanê Kurdî zimanê miletekî ye ku hatiye bindesthiştin, di îmkana pêşdexistina muesesetiya milî, ji ya lêkolîn û lêgerîn û pêşxistina ziman, kultur û hebûnên civakî û tarîxî hatiye bêparhiştin, zimanê Kurdî jî têra xwe nehatiye lêkolîn û dewlemendiya wî nehatiye eşkerekirin. Muesese û dezgehên ku karibin vî zimanî pêşdexin bi taybetî li hundurê welêt firsenda avabûnê nedîtine, ji alî lêkolînê û lêgerînê ve zimannasên pispor yên bikêrhatî negihîştine, yek du ronakbîrên ku bi îmkan û hewldana xwe ya şexsî xwestine derkevin meydanê jî, hergav tûşî tehdîda dewleta serdest û zordar bûne.

Loma jî, lêkolînên li ser zimanê Kurdî, heke em rewşa îstisnaî ya Kurdistana Îraqê li ber oav negrin, bi îmkanên van oend ronakbîran mehdût kirîye ku ew jî ji xwe re li derveyî wel,t peyda kirine. Li Kurdistana Îraqê, ji ber wê serbestiya nisbî ya kulturî ku encama têkoşîna milî ya bêwestan û bênavber bûye û piştrejî ji ber wê îmkana otonomiya mehdûtkirî ya berhema şerê salên 60'î, li vî peroê welatê me, welê lê hatiye ku hejmara ronakbîr û muesesên ku li ser zimanê me xebat kirine, ta dereceyekê zêdetir bûye. Li vî peroê welêt meriv dikare behsa hin xebatên hêja bike.

Ji bilî van tiştê ku li ser zimanê Kurdî hatine nivîsîn, eserên hin rojhilatnas û zimannas, gerrok û mîsyonerên biyanî ne. Ji bilî vê divê em xebatên wan dewletên ku Kurdistan bindest kirine û yên hin der û dorên ku hin hesabên wan li ser Kurdistanê hene jî destnîşan bikin, ku ev xebatên wiha yên li ser zimanê Kurdî ne bi mexseda ilmî lê bi ya siyasî hatine kirin. Ewan ne ku xwestine rastiyên zanistî derxin holê, lê xwestine idîa û safsetên ku xizmeta mexsedên wan ên siyasî bikin li nav miletê bêne belavkirin. Dewleta Tirk ji ber ku heta roja îro hebûna miletê me înkar kiriye, û muhawele kiriye ku Kurdan wek peroeyekê ji qewmên Tirk ên Asya Navîn bide nîşandan. Li ser zimanê Kurdî jî idîa kiriye ku ev ziman, zimanê civakeke Tirknîjad(Tirkên oiyayî) e û di netîca asîmilasyonê de bûye zimanekî destkind (sun'î) ê ku ji oend hezar peyvên Erebî, Farisî û Tirkî pêkhatiye.

Misyonerên biyanî jî gelek caran ji ber mexsedên siyasî yên li gor berjewendiyên welatên xwe û hin caran jî ji ber oavdêrî û lêkolînên xwe yên gelek sathî bi şaşoûnekê nivîsîne ku Kurdî ne zimanekî serbixwe ye, lehceyek e ji Farisiya kevin uyan jî ya nuh. Yên ku li ser zimanê Kurdî tehlîlên şaş ên qestî kirine yan jî bi nezanîn şaş oûne, hejmarên kesên wiha ji yek du kesan ne zêdetir in, lê ji alî lehceyên zimanê Kurdî de hejmara kesên ku bîr û baweriyên cuda cuda nivîsîne û peşkar kirine gelek zêde ye.

Li alî din divê em rastiyekê jî qebûl bikin ku heroî lêkolînên niyetoak û zanistî bi hejmara xwe gelek kêm bin jî ew bi xwe jî li ser zimanê Kurdî gihîştine bîr û baweriyên newek hev. Ji alî van de jî nezelaliyek heye.

Tevî hemû dijwarî, nezelalî û kêmasiyên, lêkolînên ku li ser fonolojî, morfolojî û sîntakso zimanê Kurdî hatine kirin, nîşan dane ku zimanê Kurdî, zimanekî serbixwe yê xwedan tarîxeka taybetî ya pêşveoûnê ye û yê rastiya han di warê zimannasî de xwe daye qebûlkirin.

Li gorî vê, zimanê Kurdî zimanekî Hîndu-Awrûpî ye, dikeve nav şaxê zimanên Îranî û di vir de jî ji grûba Îraniya Bakurê Rojava tê hesabê. Her wekî tê zanîn, zimannasan di encama lêkolînên li ser zimanên dinyayê de, li gor nêzikbûna an dûrbûna, zimanan li ser esasê reh û rêoik û yên gelek aliyên din ev ziman ji hev veqetandine, li gor hin zimanan, hîn zimanên din nêzî hev dîtine û ew di malbatek zimên de hesibandine. zimanên dinyayê dabeş dibin ser van malbatên zimanan:
*Malbata zimanên Hîndû-Ewrûpi
*Malbata zimanên Samî: Erebî, Îbramî û Aqadî dikevin nav malbatê.
*Malbata zimanên Bantû: ji hin zimanên Afrîka Başûr û ya navîn pêktê.
*Malbata zimanên Çînî: Ji zimanên Çînî û Tîbetî pêk tê.
*Malbata zimanên Ural-Altayî: Di vê malbatê de zimanên Fînî, Macarî, Estonî, Uygurî, Samuyetî, Tirkî,
Moxolî û Manoûyî cihê xwe digrin.

Malbata zimanên Hîndû Ewrûpî ya ku Kurdî jî têde ye, bi navê Asya û Ewrûpa dibe du beş.

Beşa Ewrûpa, bi navê zimanên Cermenî, yên Romanî û yên Slavî dibe sê şax.

Di şaxê zimanên Ermenî de Swêdî, Norwecî, Danîmarkî û Îslandî hene ku ev zimanê Îskandînavî ne. Pişt re Flamanî, Almanî û Îngilîzî jî di vî şaxî de ne. Zimanên Romanî ji Portekîzî, Îspanyolî, Fransizî, Îtalî û Romanî pêk tê.

Di şaxê zimanên Slavî de jî, Rûsî, Ukraynî, Bulgarî, Sirbî û Lehî (Polonî) hene. Herweha, Yunanî, Arnawutî (Albanî) Lîtwanî, Keltî û Baskî ji dikevin beşê Ewrûpa yê Malbata Zimanên Hîndû-Ewrûpî. Di besê Asyayî yê malbata zimanên Hîndû-Îranî dabeş dibe li ser esasê zimanên Hîndî û yên Îranî. †axê Hîndî, ji Sanskrîtî, Sindî, Urduyî, Hindiya Îroyîn, Biharayî, Bengalî, Marasî, Kûoûrayî, Pencabî û Senegalî pêk tê.

Di şaxê zimanên Îranî de jî Farisiya Kevin (ji wê jî Farisiya Navîn yan Pehlewî, ji Farisiya Navîn, ji Farisiya Nuh), Avestayî, Sogdî, Belûcî, Peştûyî, Osetî û Kurdî hene. Zimanên Îranî ji alî avabûna rêzimanî dibin oar beş: Kurdî di grûba Îraniya Bakurê Rojava û farisî di grûba Îraniya başûrê rojav de ye. Zimanên dinyayê ji alî avabûna xwe jî di bin sê beş.

* Zimanên Yekkîteyî: Zimanê Çînî û Tîbetî ji vê grûbê ne.
* Zimanên dûvgir: zimanên Tirkî, Fînî û Macarî di vê grûbê de ne.
* Zimanên tewangbar: Zimanên Hîndû-Ewrûpî û yên Samî di vê grûbê de ne. Li gor vê dabeşkirinê, zimanê
Kurdî dikeve grûba zimanên tewangbar.


Belavbûna Zimanê Kurdî ya Nîgarî
Li ser herêma coxrafî ya ku Kurd li ser dijîn, Mîrê Bedlîsê, dîroknasê bi nav û deng ê Kurd Şerefxan, di Şerefnameya xwe de wiha dibêje:
"Hudûdên welatê Kurdan, ji peravê Derya Hurmuz (Delavê Basra M.E.B.) ya ku ji okyanûsê vediqete dest pê dike, li ser xeteke rast ji wê derê heta dûmahîka welayetên Meletiyê û Merasê dioe. Bi vî awayî aliyê bakurê vê xetê Fars, Iraqa Acem, Azerbaycan, Ermenîstana Pioûk û ya Mezin pêk tîne. Li başûrê ve xetê jî Iraqa Erebî, Musil û Diyarbekir heye. Tevî vê jî gelek xelq û qebîlên ji nesla van însanan, ji rojhilat heta rojava li gelek welatan belav bûne." (1)

Roja îro, Kurdî li Asiya Pioûk, erdê navbera Anadoliyê, Kafkasyayê, Faris û Ereban tê axaftin

Li rojava Tirkî, li bakur Ermenî, li bakurêrojhilat Azerî, li rojhilat Farisî û li başûr Erebî dibe cîranê vî zimanî. AxaKurdistanê îro hatiye peroekirin û ketiye nav hidûdên Îranê, Iraqê, sûriyê û Tirkiyê.

Li gorî vê, rojava û başûrê rojavayê Îranê, seranserî bakur û rojhilatê bakurê Iraqê, bakurê Sûriyê û rojhilat û başûrê rojhilatê Tirkiyê welatê eslîn ê zimanê Kurdî ye. Civakên Kurdîaxêv her wiha li Ermenîstanê, Turkmenîstanê, Pakîstanê (Belûcîstana Pakîstanê) Afganîstanê, Hîndistanê û Lubnanê hene. Li paytext û bajarên wekî Horasanê, Tahranê, Bexdadê, Şamê, Ankarê, Îstenbolê, Konyayê û Îzmîrê ji nifûseka kesif a Kurdîaxêv heye. Tarîxa bicîhbûna Kurdan a li van welat û bajaran ji alî hin Kudan ve gelek kevn e, dioe bi sedsalan berî niha û ji alî hin Kurdan ve jî dikeve nav sedsala me ya nuha, bi taybetî jî van deh salên dawiyê. Ku di van salan de yan hatine sirgûnkirin, yan jî ji ber zilm û zorê jî mecbûrî barkirine. Bi vê mahnê, li welatên Ewrûpa. li Amerîkayê, li Awustiralyayê jî li ser hev nîv milyon Kurd hene.

Heke em bixwazin hidûdê welatê eslîn ê zimanê Kurdî destnîşan bikin, em divên tabloya jêrîn diyar bikin:

Li bakur, li Ermenîstanê ji Lenînekanê destpêdike ber bi rojava de bajerên Qersê, Erzurumê, Erzincanê, rexê rojhilatê bajarê Siwasê û qeza Sarizê ya Qeyseriyê digre nav xwe. Pişt re dikêşe û Merasê, Qiriqxana Hatayê jî digre di wir re ji hudûdê Sûriyê û Turkiyê dibuhure dioe herêma Afrînê (Ýiyayê Kurmênc) ya li Bakurê Helebê. Afrînê digre navxwe û ber bi rojhilat dioe; Kebaniyê (Ayn Ereb), Serê Kaniyê (Rasul Ayn), Dirbêsiyê, Amûdê û Qamişliyê digire. Piştî ku hemû herêma Cizîrê ya li Sûriyê girt ber xwe ber bi basûr de rex bi rexê Dîcle dadikeve Musilê, oiyayên Sincêr, qunatrên başûr ên rêzeoiyayên Hemrîn digre nav xwe, li hundurê Iraqê li başûr ta digihîje herêma Tikrîtê. Li wir Mendeliyê, û oiyayê Piştkêw digre, dikeve hidûdê Îranê, li wir digihîje başûrê Loristanê ku ji Piştkêw, Pêşkêw, Balagrêwe, Bextiyar, Kahgehî û Momesanî pêk tê.

Ji bakur ber bi rojhilat de, gava ber bi bas»r dadikeve, hidûdên zimanê Kurdî, peravê rojhilat ê oemê Erez, li Îranê Makû û Xoyê û peravên rojava û başûrê Gola Urmiyê, oiyayê Sehend ê ku dikeve bakurê Merexe digre nav xwe. Ji wê derê bi zikzakî dioe û Ahmedawa, Mesîrabad, Bicar (bajarê Kurdî yê paşîn yê li rojhilata bakur) digre ber xwe, ji gund û qesebên Esedawayê derbas dibe ku ev bajar dikeve rojavayê Hemedanê, pişt re dirêj dibe heta Karêzê, Alî Ýadderê û †ar Kurdê ku ev bajar li rojavayê Îsfahanê ye. Ji wir ber bi başûr de dadikeve û digihîje bajarên Kûzeyrûn û Hesarê (2)



Zareveyên Kurdî
Zimanê Kurdî yê ku li ser axeka fireh tê axaftin, ji gelek lehoeyan pêk tê. Tiştên ku li ser lehoeyên kurdî hatine nivîsîn û axaftin gelek ji hev cuda ne. Di vî warî de meriv rastî tesbîtên ji hev gelek cihê û agahdariyên zêde têkilhev tê. Ji ber ku gelek caran navên lehce, herêm, eşîr, dîn û mezheban tên têkilhevkirin, di ber oavkaniyekê de, ji bo lehcan meriv dikare rastî navekî cihê bê.

Hin kes hene ku van hersiyan wek lehceyekê dihesibînin û dibêjin ku ev şêweyên lehceyeka zimanê Kurdî ne. Hinekan jî ew wek zimanên cuda yên serbixwe qebûlkirine. Kesin hene ku hersiyan; wek lehceyên cuda yên zimanê Kurdî dihesibînin û hin jê jî ya duduyan (Lurrî) li dervayî zimanê Kurdî dibînin.

Lurriya ku bi navê Lurriya Pioûk û Lurriya Mezin dabeş dibe, hin kes jî hene ku Lurriya Mezin lehceyeka Kurdî qebûl nakin (di nav van de hin kes, wê wek lehceyeka zimanê Farisî dibînin, hin jî wê wek zimanekî bi serê xwe nîşan didin) lê Lurriya Pioûk wek lehceyeka zimanê Kurdî qebûl dikin. Meriv nikare bêje ku li ser lehceyan têra xwe lêkolîn û lêgerîn hatine kirin û netîcên zelal ji alî van ve bi her awayî hatine bidestxistin. Em ê li vê derê li gor oavkanî û wesîqeyên bin destê xwe cih bidin hin dîtinan û şemayekê diyarbikin ku li gorî me ya herî nêztir a rastiyê ye.


Li gora Şeref Xan
Di warê lehceyên Kurdî de kevintirîn oavkanî, Şerefnameya Şeref Xan e. Seref Xan di vê esera xwe de wiha dinivîse.
"Eşîr û civakên Kurdan, ji alî ziman, adet û rewşa civakî ve bi ser oar beşan de dabeş dibe:

* Beşê yekê, Kurmanc
* Beşê duduyan, Lor (Lurr M.C.)
* Beşê sisiyan, Kelhur
Heger, em vê tesbîta Şeref Xan nehesibînin, lêkolînên li ser lehceyên Kurdî heta nîvê pêşîn ê vê sedsala me, di esasî de ji alî biyaniyan ve hatine kirin. Di vê meselê de takeîstisna, ew broşura Mela Mehmûdê Bayezîdî ye ku di 1858`an de ji bo Aleksander Jaba; konsolosê Rûsya Qeyserî yê Erzurûmê amade kiribû û ji ferhenga Sêwa Hekarî û ya Rewendî ya hevberkirî pêk hatibû. Mela Mehmûdê Bayezîdî, di destpêka vê broşurê de, berî ku ji alî rêzimanî ve li ser hin xalan raweste, dide diyarkirin ku zimanê Kurdî jî ji ber ferqîtiyên herêmî û eşîrî xwediyê lehceyên cuda ye. "mesela" dibêje,
"Kurmanciya ahaliyê Wanê, Mûşê, Bayezîdê û Qersê û Kurmancên bi ser Rûsya û Îranê ve û zimanê ahaliyê Botan, Hekariyan, Hemedanê, Simtî(?)yê, Diyarbekirê, Mûsilê, heta bigihê hudûdê Bexdayê (ku ji herêmên Silêmanî û Şarezorê û ji taîfên Zerza, Mukrî, Bebe û Bilbasan pêk tê) ji hev cuda ne" (4)

Mela Mehmûdê Bayezîdî di vê xebata xwe de, Kurdî bi navê Kurmancî bi nav dike, wek lehce jî behsa navê Botan, Hekarî û Rewendî dike û di ferhenga xwe ya hevberkirî de jî şêweyên Hekarî û Rewendî hevberî hev dike.

G. Givrinlîyê ku di salên 1836-1837`an de oend meqale li ser ziman û etnografya Kurdan belav kirin, zimanê Kurdî, bi navê Kurdiya jorîn û ya jêrîn dike du beş. Li gor Givrimlî Kurdiya jorîn ji Mukrî, Hekarî, Şikakî û Bayezîdî, Kurdiya jêrîn jî ji Lurrî, Gelhurrî, Lekî pêk tê. (5) Peter Lench jî di xebata xwe ya bi navê "Forschungen über die Kurden und die Iranischen Nardchöldaer", (Petersburg, 1857-1858) de zimanê Kurdî bi ser lehceyên Kurmancî, Kelhurî, û Lurî dabeş dike. (6) Yek ji wan lêkolînerên zimanê Kurdî; Oskar Mann, Kurdî bi navê Kurdiya Rojava, ya Rojhilat û ya Başûr dike sê beş. E. B. Soane, di esera xwe ya bi navê "Grammar of Kurmanji or Kurdish Language" (London, Luzak and Company, 1913) de zimanê Kurdî, beşî bi ser sê lehceyan kiriye û ji her du lehceyên pêşîn re gotiye lehceyên bingehîn. Dabeşkirina Soaneyî wiha ye:

* Kurmanciya Jorîn
* Kurmanciya Jêrîn



Li gora Ziya Gökalp
Di tehqîqa cara pêşîn a rapora xwe de Ziya Gökalp dibêje zimanê Bextiyarî dikare iltîhaqî Soranî û zimanê Kalhûrî jî iltîhaqî Gûranî bêkirin. Lê di tehqîqa cara dawîn de vê yekê tashîh dike û dinivîse ku

"bi şahidiya Şerefnamê tê f***irin ku zimanê Bextiyarî dioe ser Lurrî û zimanê Kalhurî jî dioe ser Soranî".(12)
Ziya Gökalp di tehqîqa xwe ya cara pêşîn de dinivîse ku

"Heke em zimanên Gûranî, Bextiyarî û Kelhurî veder kin (veqetînin) di destê me de oar zimanên serbixweyiya wan diyar, dimîne: Kurmancî, Soranî û Lurî" (13) Loma jî tê f***irin ku Kurd ne qewmek, lê oar qewm in û Kurdî jî dabeşî bi ser çar zimanên wiha dibe ku mensûbên van zimanan qet ji hev tê nagihên. Ev çar ziman ev in: Zimanê Kurmancî, Zimanê Soranî (Bahdînî, Kalhurî), Zimanê Lurî (Bextiyarî, Feylî)" (14)

Ziya Gökalp di wê xebata xwe ya binavkirî de wiha dinivîse:
"Xwediyên van heroar zimanan ji zimanên hev tê nagihên. Ji alî serf, nahw û luxet ve ferqeka mezin di navbera wan de heye. Ferqên navberê jî ne ferqên lehceyî, lê yên zimanî ne. her zimanek ji van her oaran ji alî zimannasî ve zimanê serbixwe ye. Her yek jî ji gelek lehceyan pêk tê. Tevî vê jî ev her çar ziman bi tevayî ne dûrî hev in jî. Hemî şaxên Kurdîyeka kevin in ku meriv dikare bi navê "Kurdiya Qedîm" bi nav bike. Têkiliyên navbera zimanên Neo-Latînî û Latînî çi bin, yên navbera Kurdiya Qedîm û van Kurdiyan jî ew in." (15)
Ziya Gökalpê ku lêkolînên wî li ser eşîrên Kurda ne li ser "lehceyên" Kurmancî jî radiweste: "Hê bi tetqîqeke ilmî nehatiye derxistin ku zimanê Kurmancî dabeşî bi ser oend lehceyan dibe. Lê gava Ahmedê Xanî di kitêba xwe ya bi navê Mem û Zîn de behsa lehceyên ku bi kar tîne dike, di beyta jêrîn de navê sê lehceyan dijmêre. "Bohtî û Mehmedî û Silîvî Hin lal û hinik ji zêr û zîvî" (16) Li gorî vê, Ziya Gökalp jî Kurmancî bi navê Bohtî, Mehmedî û Silîvî dike sê beş û eşîr û herêmên ku bi van "lehceyan" diaxivin dihejmêre.
Zanayê Kurd Tewfîq Wehbî, di mesela lehceyên Kurdî de wekî Soane difikire (17). Nivîskarê binavûdeng Alaeddîn Seccadî, di esera xwe ya bi navê Destûr û Ferhengî Zimanî Kurdî, Erebî û Farisî de, dibêje ku "di zimanê Kurdî de du lehce hene" û wiha didomîne: "Lehca 'Botan' a ku îro jê re 'Bahdînî' tê gotin. Kurdên Tirkiyê û Suriyê û yên qezayên Mûsilê bi vê lehceyê diaxivin. Ya duduyan jî lehceya 'Mukrî' ya ku îro jê re 'Soranî' tê gotin. Kurdên din, yanî Kurdên bakurê rojhilat û rojhilatê Iraqê û yên Ardelan û Mukriyan bi vê lehceyê diaxivin" (18)
Li gora Kemal Fûad
Dr. Kemal Fuad “ ku li ser edeb û zimanê Kurdî xebatên wî yên hêja hene, zimanê Kurdî dabeşî lehce û şêweyên jêrîn dike:
1-Kurdiya Rojava (ku hin ji vê re dibêjin Kurmanciya jorîn -bakur-)
a- Afrînî,
b- Cizîrî û Botanî
c- Sincarî
o- Badînî
d- Hekarî
e- Şikakî


2-Kurdiya Rojhilat (ku hin ji vê re dibêjin Kurmanciya Xwarê -başûr-, hin jî dibêjin Kurdiya Navendî)
a- Soranî
b- Silêmanî
c- Mukrî
o- Sineyî

3-Kurdiya Başûr
a- Xaneqînî
b- Feylî
c- Kirmanşanî
o- Lekî
d- Kulgayeyî
e- Kelhorî
ê- Perewendî

Dr. Kemal Fûad bi rexnegirî dibêje ku wê lehceya ku ez jê re Lehceya Başûr dibêjim hin kes wê bi navê Lurrî bi nav dikin. Ew tenê wan lehceyên ku li Loristana Mezin tên axaftin wek lehceyên Lurr qebûl dike û wan wek lehceyên Kurdî qebûl nake. Dr. Kemal Fûad rexne li wê yekê digire ku oima ji hin lehceyên ku di hin çavkaniyan de wek Lurrê Pioûk derbas dibin ji wan re Lurrî tê gotin. Ew wan di nav lehceyên Kurdiya Başûr de dihesibîne (19).


Li gora Fûad Heme Xurşîd
Fûad Heme Xurşîd, di xebata xwe ya bi navê Zimanî Kurdî, Dabeşbûnî Cografyayîy Diyalêktekanîy de lehceyên Kurdî bi vî awayî dabeş dike:
1. Kurmanciya Bakurî
1. Bayezîdî
2. Hekarî
3. Botanî
4. Şemdînanî
5. Behdînanî
6. Diyalekta Rojava

2. Kurmanciya Navîn
1. Mukrî
2. Soranî
3. Erdelanî
4. Silêmanî
5. Germiyanî


3. Kurmanciya Başûrî
1. Lurrê Eslîn
2. Bextiyarî
3. Mamesanî
4. Gohgilo
5. Lek
6. Kelhurr

Fûad Heme Xurşîdî, hem Lurriya Mezin hem jî ya ***ûk Kurdî qebûl kirine û ew di nav Kurmanciya Başûrî de hejmartiye.

1. Kurdiya bakur yan jî lehceya Kurmancî

2. Lehca Kurmanci ya ku li Kurdistana Navîn tê axaftin. Ji vê lehceyê re carina Kurdiya Başûrî (Kurmancîy Xwarû) yan jî bi şaşîtî "Soranî" jî tê gotin.

3. Grûba Lehceyên Kurdî yên din ên ku li Kurdistana Başûrî tên axaftin: gellek şaxên vê grûbê yên bi navên Kermanşahî, Lekkî, Lurrî, Sencabî û Kelhurî hene ku ev ji alî qismek Kurdên nav hidûdên Îranê û Îraqê tên axaftin.(22)


1.Şêweyên Kurdiya Bakurî ev in:
* Kurmanciya Rojava: Bi destpêka ji herêma Afrînê Kurdên Entabê, Qiriqxanê, Meraşê, Adiyamanê û Meletiyê, qezayên Ruhayê yên bi navê Surûc, Bîrecik û Xelfetiyê bi vê şîweyê diaxifin.

* Rewendî: şêweya ku li erdên bakurê Gola Wanê dimînin tê axaftinê. Li rojhilatî ji herêma şikakan destpê dike, ta dighê cihên rex Çemê Erez, Kurmancên bi vê şêweyê diaxifin.

* şikakî: Li herêmên navbera Gola Urmiyê, şemdînan û Başkalê tê axaftin.

* Hekarî: Hema ji başûrê şirnexê destpê dike û li nav hidûdê wilayeta Hekariyê tê axaftin. Berê ji ber ku ji Mîrîtiya Hekariyan re Mîrîtiya Mehmûdî dihat gotin, ji vê şêweyê re jî "Mahmûdî" dihat gotin.

* Botî: Kurdên Cizîra ku li nav hidûdê Tirkiyê û Sûriyê ye yên wê herêma ku ji bakurê Zaxoyê destpê dike ji başûr û rojavaya şirnexê derbas dibe Eruhê digre nav xwe û ta başûrê Gola Wanê tê kêşan herêmên rojhilat û başûrê Bedlîsê, Sêrtê, ta Çemê Batmanê herêma Batmanê û rojhilatê Mêrdînê digre nav xwe, ji alî Kurmancên li ser vê axa fireh tê axaftin.

* Bahdînî: şêweya Kurdên Zaxo, Amediye, Akre û Zêbarê û yên Dihokê

* Sincarî: Kurdên Çiyayê Sincarî û yên şêxana bi vê şêweyê diaxifin.

Kurmanciya Navîn (yan jî Silivî-Kîkî-Milî) Li bajarê Diyarbekirê ji bilî rojhilat, li hemû herêmên Mêrdînê, ji Ruhayê heta peravê rojhilatê Çemê Ferêt Kurmanc bi vê şêweyê diaxifin. Kurmancên herêmên Elezîzê yên rojhilat û başûrî jî bi vê şêweyê diaxifin.




2- Kuriya Navîn (yan jî Soranî). Hidûdên vê lehceyê ji başûrê wî hidûdê ku me ji bo lehceya Kurmancî kêşa destpê dike, ber bi başûrî de dom dike ta digihe, Çemê Sîrwanê û Xaneqînê. Li başûrî, ji başûrê Çiyayên Hemrîn ber bi rojhilatî ve vedigere ta Çiyayê Sehend, Mesînabad, Bicar û Esedawayê diçe. Firehiya herêma wê ya başûrî jî diçe ta digihîje, ser rêka esasî ya Melayir. Kirmanşah, Qesrî şêrîn-Xaneqînê. (30)

Şêweyên Kurdiya Navîn ev in:

* Soranî: Ji bilî herêma Zêbarê wilayeta zirt û hemû qezayên wê vê şêwê diaxifin.

* Silêmanî (Yan jî Babanî): Silêmaniyê, Kerkukê, Kifriyê, Qeretepê, Tuz şiwanê û hin herêmên Xaneqînê digire nav xwe.

* Mukrî: şêweya ku Kurdên şino, Nexede, Meraxe,Miyandiwan, şahîndij, Saqiz, ***an, Bave û Serdeştê pê diaxifin.

* Şineyî: Li herêmên Sinê (Senendec), Bicar, Kengewer, Rewansar û bakurê Ciwanroyê tê axaftin.

3- Kurdiya Başûrî: Li bakurî ji rêya esasî ya Melayir-Kirmanşah-Qesrê şêrînê destpê dike ta digihê hidûdên herî başûr yên herêmên Kurdîaxêv şêweyên wê yên jêrîn in:

* Xaneqînî
* Lurrê Eslîn (yan jî Feylî)
* Kirmanşanî
* Lekî
* Kelhorî
* Perewendî
* Kulpavyeyî


Çavkanî:
1) Şerefxan, Şerefname, Hasat yay…nlar…, 3. bask… 1990 İstanbul, M. Emin Bozarslan ji Erebî wergerandiye Tirkî.
2) Fuad Heme Xurşîd, Zimanî Kurdî, Dabeşbûnî Dîyalektîkanîy, oapxaneyî Afaq Al arabiya, Bexdat, 1985, s. 55.
3) Şerefhan, Şerefname, Hast Yayinlari, 3. baski 1990, Istanbul, Wergera M. Emîn Bozarslan ji Erebî bo Tirkî, r. 20
4) Vokabulaire Kurde des dialectes de Hakiari et Revendi, Par A. Jaba Consul de Russie a Erzeroum, Erzeroum le 15 mars 1858. Ji Dr. Marif Xeznedar Le Babet Mêjûyî Edebî Kurdiyewe 1984, Bexda r. 386'an hatiye wergirtin.
6) Peter Lerch, Forschungen über die Kurden und die Iranischen Nordchöldaer, Petersburg, 1857-1858, r. 72
7) Gotûwêjek legel Dr. Kemal Fûad, beşî 2., Sirwe, hejmar 39, rêzberî 1368
9) e. n. d. r. 6
10)Sadiq Behaeddîn Amêdî, Rêzimana Kurdî, Kurmanciya Jêrî û ya Jorî ya hevberkirî, oapa yekê, 1987, r. 34
11)e. n. d. r. 27
12)Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkinda Sosyolojik Tetkikler, Sosyal Yayinlari, 1992. r. 24
13)e. n. d. r. 24
14)e. n. d. r. 95-96
15)e. n. d. r. 24-25
16)e. n. d. r. 28
29) Fuad Heme Xurşîd, Zimanê Kurdî, Dabeşbûnî cografyayiy Diyalektîkaniy, Bexda, Çapxaneyî Afaq'l Arabiya, 1985, r.60
30) e.nd:r.62
31) Dr. Marif Xeznedar, Le Babet Mêjûyî Edebiy Kurdiyewe, Bexda, 1984 r.88-89.
33) Dr. Marif Xeznedar, Le Babet Mêjûyî Edebiy Kurdiyewe, Bexda, 1984 r. 87

JEGIRTINE