Select Menu

Slider

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Popular Posts

Subscribe

Recent Posts (Do not edit)

Video of Day

Advertisement

Text Widget

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipisicing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation test link ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat.

Duis aute irure dolor in reprehenderit in voluptate another link velit esse cillum dolore eu fugiat nulla pariatur.

Sample Text

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipisicing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua.

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Followers

Instagram Photo Gallery

Popular Tags

Tags

Video of Day

About

Join Us

Advertisement

  • Lorem ipsum dolor sit amet, consectetuer adipiscing elit.
  • Aliquam tincidunt mauris eu risus.
  • Vestibulum auctor dapibus neque.

Ads

Need our help to upload or customize this blogger template? Contact me with details about the theme customization you need.

Advertisement

About

Our Company Inc.
2458 S . 124 St.Suite 47
Town City 21447
Phone: 124-457-1178
Fax: 565-478-1445

Technology

" });

Popular Posts

Travel

Performance

Cute

My Place

Slider

Racing

Videos

1.KİTABIN KONUSU : Bu kitap, kökleri Giritli Deli Mustafa Naili Paşaya kadar uzanan bir ailenin kızı olan Aylin DEVRİMEL ‘in fırtınalı yaşamının öyküsüdür.

2.KİTABIN ÖZETİ :
Lise yıllarında uzun boylu ve sıka bir kız olan Aylin zamanla güzelleşmiş ve bir gün Esma teyzesinin daveti üzerine Paris’te bir otelde buluşurlar otelde prens olduğu söylenen bir Arap’la tanışır ve bu tanışmanın sonunda prensle görkemli bir yaşantı için evlenir Prenses olur. Ancak her şey düşündüğü gibi gitmez Prens Senusi doğu kültürü ile yetiştiği için batı kültürü ile yetişen Aylin’e ters gelmekte zamanla Aylin’in özgürlüğü kısıtlanmaktaydı evliliğe başladığı gibi sakin değil büyük bir kaçışla son buldu; yaz sonunda Aylin, ablası Nilüferle Cenevre ye gider. Yaşamanın ideali olan tıp okumaya karar verir ve büyük uğraşlar vererek Neuchatel Üniversitesine kayıt yaptırır. Okulun ilk yıllarında hayatında çok büyük değişiklikler yaparak, ihtişamlı hayatından sıyrılarak sade bir öğrenci olur. Tek hedefi olan tıp fakültesini bitirmek için çok çalıştı daha sonra fizik ve kimya derslerinde yardımcı olan Jean-Pierre ile evlendi. İki öğrencinin bu evliliği zaman içinde Aylin’in dış görüntüsünde olduğu kadar iç dünyasını da değiştirecektir. Aylin Jean-Pierre ile birlikte yaşadığı günlerde tıp ilmi ile yakından tanışıp ufkunun penceresini o zamana kadar hiç bilmediği yepyeni bir dünyayı ardına kadar açacak peşinden koştuğu gerçek zenginliğin dış dünyanın görkemli vitrinlerinde değil de insanlığın iç aleminde bulunduğunu öğrenecekti. Okul sonunda Jean-Pierre Nos Alamus’taki nükleer araştırma merkezinden geri çeviremeyeceği bir teklif aldı. Aylin de New Rachel Hospital Medical Center’dan teklif aldı ; onların birbirlerine karşı olan sorumlulukları artık bitiyor müşterek hayatları bir yol ayrımına giriyordu. Ellerinde bu evlilikten altı yıllık sağlam bir dayanışma ve derin dostluk duyguları ile dopdolu gençlik anıları kaldı sadece.
Aylin çok ciddiye aldığı bu işine büyük bir heyecanla başladı. New Rachel’de tanıştığı Afganistanlı genç meslektaşı Azim’in karısı 11 yaşından beri arkadaşı olan Zeynep TARZI çıktı. Aylin, Zeynep ve Azim ile gittiği Afgan sefahati kokteylinde Paswak adındaki Birleşmiş Milletlerin Afgan esiri ile tanışır. Paswak evli olmasına rağmen Aylin ile arasında duygusal bir bağ oluşmuştu. Aylin o yılı aklı beş karış havada geçirdi. Bütün vakitlerini beraber geçiriyorlardı. Paswak bu yüzden önce Wall Dame’nin Birleşmiş Milletler genel sekreterliğine daha sonra 1974 yılında Hindistan sefirliğine tayini çıkmıştı.
Aylin kaderin ağlarını onlar için giderek daha çileli iplerle örmekte olduğunu nihayet görmeye başladı; ya sevdiği adamı peşinde dünyayı adım adım dolaşacak ya da mesleğini ön plana alacaktı. Tam meslek uğruna değmez derken Hastanede Psikiyatri bölümü şefliğine terfi etti. Sonunda Aylin’in sağduyusu aşkına galip geldi. Aylin gönlü yaralı bar kuşunu çok kısa bir süre oynadı sonra toparlandı ve işinin başına döndü. Arkadaşı Azim’in vasıtası ile kendi meslektaşı olan Michel RAMODİSLİ ile tanıştı. Michel’i çok etkileyici bulmadığı halde evliliğe giden ilk adımları Michel’in evinde attılar. Daha sonra Aylin bu evlilikten deliler gibi çocuk istemeye başladı. Aylin’in bu isteğine karşılık Michel dinine ve geleneklerine çok bağlı olduğunu doğacak çocuğun Yahudi kültürüne göre yetiştirilebileceğini söyledi fakat Aylin bunu bile sorun etmedi dinini değiştirmeyi göze aldı. Aylin’e göre insanları dinlerine, ırklarına ve dillerine göre ayırmak çok saçma idi ona göre insan, insan olduğu için çok değerli idi onun insan sevgisini bir din veya ırk engelleyemezdi Aylin çocuk yapma isteğinden 6 düşük yaptıktan sonra vazgeçecekti.
Aylin meslektaş olduğu Michel ile her an beraberdi işyerleri bir, evleri bir kısacası bütün zamanları birlikte geçiyordu belli bir süre sonra birbirleri ile bu kadar çok birlikte olmaları Aylin’i çok sıkmıştı gün geçtikçe birbirlerinden kopuyorlardı ve bir gün Aylin kocasına haftanın belirli günlerinde birbirlerine izin vermelerini bugünlerde değişik insanlar ile çıkabileceklerini bunu sonucunda diğer insanlarda görecekleri eksiklikleri kendilerinde tanımlayıp birbirlerine ölümsüz sevgi ile bağlanacaklardı. Fakat düşünülen olmadı Aylin yurt dışında olduğu günlerden birinde Michel bir arkadaşının evinde Barbara adında bir bayanla tanıştı ve bu tanışma evliliklerinin sonunu getirdi. Aylin sıkıntılı bir zamanında vardığı karar sonucunda kocasını kaybettiği için hem üzgün hem de suçluluk duygusu içerisindeydi. Bu sıkıntı ve üzüntü uzun sürmedi her şeyi bir kenara bırakıp mesleğinde ilerledi fakat bu ilerleme bile onu tatmin etmedi. Bir süre sonra Amerikan ordusuna katılarak Körfez savaşında ruf sağlığı bozulan hastaları tedavi eden doktor olmayı düşündü bu nedenle Oklahoma’ya körfez savaşında zarar görmüş askerleri tedaviye gitti.
Aylin Üniformasını ilk kez 1992’nin soğuk bir Ocak gününde giydi. 9 Kasım 1992’de ordunun fiziksel aktiviteler sınavını yüksek bir puana kazanarak başarı sertifikası aldı. Aylin ordudaki görevinde yine işine devam ediyor, hastalarına çare bulmaya çalışıyordu bir gün kendisine yeni bir hasta verildi bu kez hasta körfez savaşından sonra geldiği sivil hayata uyum sağlayamıyordu. Bunun sonucunda hiçbir suçu olmayan bir çok sivili katletmişti.
Aylin bu hastası üzerinde çalışırken Amerikan ordusunun askerlerini cesaretlendirmesi için verdiği ilaçların yan etkisi sonucu hastanın bu duruma geldiğini saptadı ve bu sonucu tez bir halde askeri yetkililere bildirdi. Aylin’in verdiği bu sonucu askeri yetkililer daha önceden bildiğinden Aylin’in bu olayın üstüne gitmemesini istediler ve onu uyardılar Aylin bu sessizliği sindiremeyerek sözleşmesinin bitmesinin ardından Albay rütbesindeyken ordudan ayrıldı.
Ordudan ayrılmasından sonra 19 Ocak 1995 Perşembe günü evinin bahçesinde o sabah evini temizlemeye gelen hizmetçisi tarafından kendi arabasının altında ölü bulundu. Zengin, ünlü ve saygın insanların yaşadığı mahallede yerel polis ve yerel yöneticiler mahallenin adını polisiye bir olaya karıştırmamak için dosyayı apar topar denebilecek bir hızla kapattılar teşhis ise “Freak Accident” yani Garip bir kaza idi.
“... Yükseltilmiş sahnede kapağı açık maun bir tabut duruyordu uzun bir sıra oluşturan insanlar tabutta yatan albay üniformalı Amerikan subayını selamlayıp içlerinden dua veya veda ederek tabutun başından ayrılınca yanan yürekleriyle gelip salondaki koltuklarda yerlerini alıyorlardı. Herkes etrafa hakim olan ordu düzeninin saygınlığını kutsar gibi sessizce ağlıyordu ... Katafalkın üstünde dört bir yanı rengarenk çiçeklerle donanmış tabutta yatan kişi, bir askerden çok, oraya bir film çekimi için öylece uzanıvermiş bir Hollywood yıldızını andırıyordu. Bu albay üniformalı Amerikan subayı bir Türk kadınıydı.

3.KİTABIN ANA FİKRİ: Bir insanın azimle çalışınca başaramayacağı hiçbir şey yoktur.



4.KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :

Aylin,genç,güzel,çalışkan ve azimli bir Türk kızı.Hedeflerine ulaşmak için her türlü fedakarlığı göze alıyor.
Michel,yakışıklı,dürüst aynı zamanda da Aylin’in meslaktaşıdır.Aylin ile evlenir.

5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER : Yazar,Aylin’in başarılarla dolu hayatını oldukça açık bir dille ve gayet akıcı bir üslupla anlatmıştır.Okunmaya değer bir kitaptır.

6.YAZAR HAKKINDA BİLGİ :

AYŞE KULİN

Arnavutköy Amerikan Kız Koleji Edebiyat bölümünü bitirdi. Çeşitli gazete ve dergilerde editör ve muhabir olarak çalıştı. Uzun yıllar televizyon, reklam ve sinema filmlerinde sahne yapımcısı, sanat yönetmeni ve senarist olarak görev yaptı. Öykülerden oluşan ilk kitabı Güneşe Dön Yüzünü 1984 yılında yayınlandı. Bu kitaptaki "Gülizar" adlı öyküyü, Kırık Bebek adı ile senaryolaştırıldı ve bu sinema filmi 1986 yılının Kültür Bakanlığı Ödülü’nü kazandı. 1986’da sahne yapımcılığını ve sanat yönetmenliğini üstlendiği Ayaşlı ve Kiracıları adlı dizideki çalışmasıyla Tiyatro Yazarları Derneği’nin En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü’nü kazandı. 1996 yılında Münir Nureddin Selçuk’un yaşam öyküsünün anlatıldığı Bir Tatlı Huzur adlı kitabı yayınlandı. Aynı yıl, Foto Sabah Resimleri adıl öyküsü Haldun Taner Öykü Ödülü’nü, bir yıl sonra aynı adı taşıyan kitabı Sait Fait Hikâye Armağa’nı kazandı. 1997’de yayınlanan Adı; Aylin adlı biyografik romanı ile, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından yılın yazarı seçildi. 1998 yılında Geniş Zamanlar adlı öykü kitabı, 1999’da İletişim Fakültesi tarafından yılın romanı seçilmiş olan Sevdalinka ve 2000’de yine bir biyografik  roman olan Füreya yayınlandı.


 KİTAPLARI;
Güneşe Dön Yüzünü (1984)
Bir Tatlı Huzur (1996)
Adı; Aylin (1997)
Geniş Zamanlar (1998)
Sevdalinka (1999)
Füreya (2000)

-
1.KİTABIN KONUSU  :

   Kitap, insanoğlunun yüzyıllardır mutluluk, serüven, kaçış özlemlerinin bir simgesi olan ada kavramını, bu kavramın İngiliz yazınında nasıl irdelendiğini örneklerle göstererek "Ütopya", "Yeni Atlantis", "Gulliver'in Seyahatleri", "Robinson Crusoe" gibi klasiklerin yanında başka birçok yapıtı da bu bağlamda incelemektedir.

2.KİTABIN ÖZETİ  :
 
   Utopyada  Ada : “Ada”nın “dünya“dan daha iyi bir yer, daha mutlu bir yaşama ortamı olarak düşünülmesi ile utopya ortaya çıkar. Utopya , Thomas More’ un bu türe adını veren ünlü yapıtında olduğu gibi, başka ilkelerle işleyen daha iyi daha güzel bir toplum ülküsünün dile gelişidir. Utopya yazarının amacı, uzak bir adanın duygusal renkliliği ya da eşine rastlanmadık tehlikelerini anlatmak değil, sunacağı bir toplum düzeniyle hem kendi toplumunun işleyişindeki aksaklıklara çözüm yolu önermektir.
    -İlk Çağda Özlenen Ada : Utopyacının örnek toplum ülküsünde bildiğimiz tarihsel zamanın akışı ötesinde bir süreklilik kalıcılık verecektir. Bütün bu özellikler “ada”yı derli toplu bir düzenin, güvenliğin, mutluluğun ancak kafalarda birer özlem olarak sürdürdüğü büyük “dünya” nın karşıtı kılar.
    -Orta Çağda Özlenen Ada : İlk Çağın özlediği mutluluk adası, gerçek dünya ile karşıtlığı yönünden bir öte dünya öğretisiyle kolayca bağdaştırılabildiği için, orta çağda Hrıstiyanlığın cennet ülküsü ile birleşir. Halk batıdaki cennet ada inancını günlük yaşamın gerçekleri çevresine sokmaktan hoşlanır. Bu halkın bu dünyanın nimetleri ile dolup taşan bir cennet düşünmesine yol açar. Ondördüncü yüzyıl başlarından kalma ingiliz halk şiiri “The Land Of Cokaygne” bu düşünce eğlimini yansıtır. İspanya’ nın batı açıklarında bir ülkedir Cokaygne. Cenneten güzeldir Cokaygne. Nedir ki cennet dedikleri, çimenlikten, çiçeklerden, yeşil dallardan başka? Ne bir salon ,ne oda, ne oturacak bir iskemle vardır orda. Susuzluğunu dindirmek için, sudan başka içki yoktur. Oysa Cokaygne’ nin ırmaklarından yağ, bal, süt, şarap akar. Her yiyeceğin en iyisi oradadır. Kiliselerin kuleleri, pastadan yapılmıştır. Nar gibi kızarmış kazlar, tıpkı Brugel’in Ünlü “Schlaraffenland” tablosundaki gibi, “ Ye beni!” diyerek, gökten insanın ağzına süzülüverir.
-          Yeniçağda Özlenen Ada : Cokaygne ile Utopia arasında aşağı tukarı ikiyüz yıl vardır. Bu süre içinde Avrupa insanın büyük değişikliklere uğramış, yeni çağ başlamıştır. Fransız, İngiliz, İtalyan yazınları büyük gelişme gösterdi. İspanyol yazınları bu dönemi, bugün bile “ Altın Çağ “ diye anılır. Yazın alanında bu yeni gelişme ada kavramında da değişiklik yarattı. Özlenen mutluluk adası, ölümün gölgesinde taşıyan Hrıstiyanlık cenneti değildi artık.
-          Gulliver Adaları : Gulliver Gezileri, insanlığın başlıca dört yönünü ele alan bir taşalamadır. Lilliput, Brobdingnag ülkekeri insanın insanın politik bayağılıkları ile gövdece çirkinliğini; Laputa, Balnibarbi, Glubbdubrib, Luggnagg adaları insanın kafasının sapıklıklarını, düşünen atlar Houyhnhmlerin adası ise çökmüş insan ahlakını, yürekler acısı gülünçlüğüyle göz önüne serer.
-          Robinsonadda Ada : Yeniçağda Avrupa insanının büyük denizlere, bilinmeyen kıtalara, ülkelere açılmasıyla gelişen gezi yazını, ada utopyalarının yanı sıra, sonradan robinsonad diye adlandırılacak yeni bir öykü türü ortaya çıkmasına başlıca etken olur. Robinsonad, Alman uazın tarihçilerin başlangıçta, Robinson Cruose’ yu yansılayan ıssız ada öykülerine taktıkları addır. Robinsonadda utopyadakinin tam tersi anlamlar kazanır. Utopyada bu özellikler kendine yeterlilik, güvenik, derli topluluk,  tarihsel akış dışında bir kalıcılık anlamına gelirken, robinsonadda ada ortamının dışa kapalılığı, bir tutsaklık sürgün duygusuna, görünmez tehlikeler karşısında duyulan bir korkuya; kendiyle sınırlamışlığını korkunç bir yalnızlığa ; duran – zaman biçimi ise, uygar dünyanın akışından kopmuşluk düşüncesine dönüşür.
-          Robinson Crusoe : Kocaman azgın bir dalganın, gemisi batmış Robinson Crusoe’ yu kaldırıp bir ıssız adanın kayalık kıyılarına atmasıyla, ada konusu yazın alanında gelmiş geçmiş en ünlü örneğine kavuşur, yeni çağın öykücülük sanatında da yepyeni bir çığır açılır.
-          Çağdaş Romanda Ada : On dokuzuncu yüzyılda gemiciliğin sürekli olarak ilerlemesi, dünya denizlerinin karış karış bilinir bir duruma gelmesi, yazın alanında ada konusunun uygulanışını birkaç yönden etkilemiş bir gelişmedir.
Okyanusların bilinmez birer tehlike alanı olmaktan çıkmasıyla, deniz kazaları, batık gemiler, ıssız ada serüvenleri on sekizinci yüzyıl sonlarından bu yana hızla azalınca, günümüz insanın serüven özlemi de başka konulara yönelmiştir. Bu gün bilim-kurmaca romanları ıssız ada konusu üzerine değil, teknik gelişmenin varabileceği bilinmez alanların ürpertici serüvenleri üzerine değil kurulmaktadır. Öte yandan, gene teknik gelişmenin bir sonucu olarak uzay insan oğlunun önünde uzanan uçsuz bucaksız bir serüven alanı durumuna gelmiştir.
-          Sonuç Olarak ; Bir ada ortamı, kendisini belirleyen, dışa kapalılık kendisiyle sınırlandırmışlık, duran-zaman biçimi gibi özellikleriyle “dışarı” nın, dış dünyanın karşıtıdır. Yaratıcı bir yazar, anlattığı bir olayı ya da durumu istediği oranda geçirebilir. Ancak anlattıklarına yer olarak bir adyı seçen yazarı, ada ortamının bu özellikleri belli ölçüde sınırlar. Bu bakımdan, yazındaki düşsel adalar çoğu arasında ortak benzerlikler vardır.
    Bütün düşsel adalar bir denizle çevrili ya da sularla çevrilidir, hepsi dışarıya kapalıdır. Dışarıdan içeriye, içeriden dışarıya bir giriş çıkış zordur. Dışarıdan bu ayrılmışlık, Atlantis’ te adanın çevresindeki kanallara, dev duvarlarla, St. Brendan’ ın adasında adayı bir örtü gibi saran sis bulutlarıyla pekiştirilirken, More’ un Utopya’sında yarım ay biçimindeki adaya giriş çıkışın sıkı bir denetim altında bulunan tek limana bağlanması dile getirilir.
    Görüldüğü gibi, ada kavramına duyulan ilgi çok eski çağlardan günümüze değin insan bilincinde süregelmiştir. İnsanoğlunun bilinci ile gözlemi, ada ortamını bütün değişik anlamıyla yaşamıştır.
3.KİTABIN ANAFİKRİ  :

   Ada kavramının insan bilincinde kazandığı değişik anlamlardan doğan ayrı tür anlamlarıdır. 

4.OLAY VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ  :

   Kitap bir araştırma olduğu için kitapta şahıslar bulunmamaktadır.

5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER  :

   Kitap yazarın bir araştırması olduğu için Ada kavramını değişik zamanlarda değişik yerlerde ada değince insanların aklına neler geldiğini anlatıyor.Merak ederseniz okumanızı tavsiye ederim.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ  :

   Akşit GÖKTÜRK (27 Aralık 1934, Van –26 Şubat 1988,  İstanbul),edebiyat eleştirmeni, yazar ve dilbilimci.
   İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’ nü bitirdi (1960).1961’ de aynı fakülteye asistan olarak girdi. 1965’ de doktorasını verdi; 1972’ de doçent, 1978’ de profesör oldu. İngiltere’ de Nottingham Üniversitesi’ nde (1964-65) ve Almanya’ da Konstanz Üniversitesi’ nde (1970, 1974-76) arştırmacı olarak çalıştı. Upsala (İsveç) ve Batı Berlin üniversitelerinde çevri konuları ve yöntemleri konulu seminerler yönetti. Robinson Crusoe’ nun Türkçedeki ilk tam çevrisiyle 1969 TDK Çevri Ödülü’ nü kazandı. 1975-83 arasında TDK Yönetim Kurulu Üyeliğinde bulundu. 1958’ den sonra Varlık, Yeni Dergi, Türk Dili, Yeni Ufuklar, Çağdaş Eleştiri gibi dergilerde çeşitli inceleme yazıları ve çevriler yayımlayan Göktürk, eleştirilerinde dil çözümlemelerine ve üslup sorunlarına ağırlık verdi.

   D. H. Lawrence, T. S. Eliot, E. Kastner, F. Dürrenmatt gibi yazarlardan yaptığı çevrilerle tanına Göktürk’ ün başlıca yapıtları Edebiyatta Ada (1973), Okuma Uğraşı (1979) ve Çevri:Dillerin Dili’ dir (1986).
-
aşk iki kişiliktir


değişir yönü rüzgarın
solar ansızın yapraklar
şaşırır yolunu denizde gemi
boşuna bir liman arar
gülüşü bir yabancının
çalmıştır senden sevdiğini
içinde biriken zehir
sadece kendini öldürecektir
ölümdür yaşanan tem başına
aşk iki kişiliktir

bir anı bile kalmamıştır
geceler boyu sevişmelerden
binlerce yıl uzaktadır
binlerce kez dokunduğun ten
yazabileceğin şiirler
çoktan yazılıp bitmiştir
ölümdür yaşanan tek başına
aşk iki kişiliktir

avutamaz olur artık
seni, bildiğin şarkılar
boşanır keder zincirlerden
sular tersin tersin akar
bir hançer gibi çeksen de sevgini
onu ancak öldürmeye yarar
uçarı kuşu sevdanın
alıp başını gitmiştir
ölümdür yaşanan tek başına
aşk, iki kişiliktir

yitik bir ezgisin sadece
tüketilmiş ve düşmüş gözden
düşlerinde bir çocuk hıçkırır
gece camlara sürtünürken
çünkü hiçbir kelebek
tek başına yaşamaz sevdasını
severken hiçbir böcek
hiçbir kuş yalnız değildir
ölümdür yaşanan tek başına
aşk iki kişiliktir

ataol behramoğlu

(aşk iki kişiliktir)               


-
1)KİTABIN KONUSU:

Küçük yaşta gördüğü kötü muamelelerden dolayı acıma duygusu olmayan bir öğretmeni anlatıyor.


2)KİTABIN ÖZETİ:

Zehra adında bir öğretmen çok acımasız bir karaktere sahipti.Öğrencilerine her zaman kötü davranıyordu. Bir gün babasının öldüğünü duydu.Babasının evine gitti.Fakat hiçbir şekilde üzülmüyordu. Babasını yanına gitmeden başka bir odaya geçti. Odada bulunan sandıktan babasının hatıra defterini buldu.Bu hatıra defterini okudukça babasına haksızlık ettiğini anlamaya başladı.Acıma duygusu olmayan Zehra öğretmen babasının geçmişte bulunduğu duruma acımaya başlamıştı. Annesinin babasına karşı haksızlık yaptığını anladı.Büyük bir üzüntüyle odadan çıkarak babasının bulunduğu odaya gider. Ve onun yüzüne örtülü olan çarşafı kaldırarak onu öper. Daha sonra Zehra öğretmen okuluna geri döner ve bir süre sonra orada evlenir.


3)KİTABIN ANA FİKRİ:

 Geçmişte yaşanan acı olaylar insan yaşamının  diğer bölümlerinde sürekli etkili olur.

4) KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN ÖZELLİKLERİ:

Zehra Hanım            : Acımak nedir bilmeyen dik başlı, çatık kaşlı, asabi bir insandır.
Tevfik Bey                : Zehra Hanım için elinden gelen herşeyi yapmak isteyen fedakar ve iyi bir insandır.
Mürşit Efendi           : Zehra Hanım’ın babası. İyiliklerden yana ve fedakâr bir insandır.
Müşerref                   : Mürşit Efendi’nin karısı. Oldukça bencil ve para düşkünüdür.
Feriha                        : Mürşit Efendi’nin kızıdır.Veremden öldü.
Kayınvalide              : Aşırı tutkuları olan ve bencil bir yaratılışa sahiptir.

5) KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

            Kitap klasik bir Türk romanıdır; fakat bu romanda anlatılan olay oldukça akıcı ve gerçekçi dille anlatılmıştır. Dili sadedir, anlaşılması kolaydır ve tasvirler çok yerinde kullanılmıştır.


-
Agatha CHRISTIE - Acı Kahve Roman Özeti


Sir Claud Amory, bir fizik uzmanı idi ve uzunca bir zamandır atom partiküllerinin hareketleri üzerinde incelemeler yapıyordu. Bir gün aradığını buldu, bulduğu şimdiye dek kullanıla gelen patlayıcılardan binlerce kez daha etkili bir bomba formülüydü bu formül bir servet değerinde idi. Çünkü bu formül karşılığında pekçok devlet hazinelerinin kapılarını ardına kadar açabilirdi. Yalnız Sir Amory ‘i düşündüren bir mesele vardı. Oda aile fertlerinden birinin formülü çalacağını hissetmesi idi. Evet o bunu hissetmişti ama bunu kimin yapacağını bilmiyordu. Bu sorunu çözmek için kendisi gibi alanında uzman olan birine ihtiyacı vardı. Bu kim olabilirdi? Daha önce tanışmasa da methini duyduğu Belçika asıllı dedektif Hercule Poirot olabilirdi, çünkü o zehir gibi bir dedektifti ve çözemeyeceği olayın olamayacağına inanırdı. Onu evine davet ederek olayı çözmesini rica etti. Mr. Poirot da bu nazik davete icabet etti. Yalnız Mr. Poirot daha Sir’ün evine varmadan olaylar cereyan etmeye başladı.

Sir Amory’nin evinde hiç evlenmemiş olan ablası, oğlu Richard, oğlunun İtalyan asıllı karısı Lucia, bir bayan yeğeni, İtalyan doktor Carelli, evin İngiliz uşağı ve Sir’ün sekreteri bulunmaktaydı. Bu ev halkı yemek sonrası sohbet yapıyorlardı. Sir’ün gelini güzel Lucia kendisi gibi İtalyan olan doktordan rahatsızmış gibi davranmaktaydı, sanki doktor onu sıkıştırıyordu. Kocası Richard’ da bu davetsiz eski dosttan rahatsız görünüyordu. Zaten ilk fırsatta karısına kendisini o doktor ile niye aldattığını soracaktı. Tüm bunlar Lucia’yı daha da kötü etmişti ve fark edilir hale gelen Lucia’nın rahatsızlığını tedavi etmek için ilaç kutusunu bulunduğu raftan indirmişlerdi. Doktor Carelli, ilaç kutularına bakarak ne işe yaradıklarını söylüyordu. Şişede öldürücü zehirli ilaçlar bile vardı ve uyku getirerek insanı öldüren ilaç hayli ilgi çekmişti. Lucia, farkettirmeden ondan bir avuç kadar almıştı. Bu esnada kahve servisi başlamıştı. Richard karısının yanına giderek onun gönlünü almıştı. Sır Amory ise uşağına kapıları dıştan kilitlemesini emretmiş ve kahvesini yudumlarken izaha başlamıştı. Önemli ve de çok değerli bir formül bulduğunu ama ev halkı içinden birinin bunu çalmak istediğini bildiğini ve bunu düşünen kişiyi son bir fırsat olarak az sonra ışıkları kapattıracağını bu esnada az önce çalmış olduğu formülü sehpanın üzerine koymasını aksi halde çağırttığı ünlü dedektif Mr. Poirot ‘un suçluyu bizzat bularak gereğini yapacağını ikaz etti. Bu arada kahvenin acılığından bahsetti. Işıkların söndürülmesini emretti.

Mr.Poirot ulaştığında Sir Claud Amory koltuğunda ölü olarak bulunuyordu ve sehpanın üzerinde de içi boş bir zarf duruyordu. İlk başta tüm şüpheler bir yabancı olan ve pek güven veren bir intibah vermeyen doktor Carelli’ye yönelmişti. Lucıa’nın doktora antipatisi ve rahatsız halide Mr. Poirot tarafından farkedilmekteydi. Gerçi diğer şüphelilerde merhumu pek sevmiyorlardı. Özellikle merhumun bayan yeğeni bunu açıkça dile getirmiş ihtiyarın pintiliği ve huysuzluğundan bahsetmişti. Olay bu halde önünde dururken Mr. Poirot olayı zekası, titizlik ve dikkati sayesinde çözmüştü. Gelin Lucıa’yı söz oyunlarıyla köşeye sıkıştırıp ondan kötü ün salmış bir bayan ajanın kızı olduğunu ve bunu bilen doktor Carelli tarafından şantaj önerisine maruz kaldığını ama formülü çalanın ve kayınpederini öldürenin kendisi olmadığını söyletti.

Zaten Mr. Poirot ayrıntıları yakalamıştı. İlaç kutusu ile olaydan evvel oynanmış olduğunu, rafın tozlu olmasına karşın ilaç kutusunun olay anında tertemiz olmasından anlaşılmıştı. Şüpheli görülen sekreter bayan yapılan sorgu esnasında sıkışınca yine aynı zehirle Mr. Poirot’u da öldürmeye çalışınca ki, Mr. Poirot yine zekası ve uyanıklığı sayesinde kurtulmuştu. Katil sekreter yakalandı ve adalete teslim edildi
-