Rönesans Döneminde İtalyan Edebiyatı
Rönesansın
ilk önemli temsilcilerinden biri Dante
(1265-1321)’dir. Yazı dilini halkın diliyle oluşturmuş olan Dante, İtalyan
edebiyatının kurucusu sayılır. Rönesansın ilk temsilcilerinden biri de lirik şiirin en büyük
ozanlarından olan Petrarca
(1304-1374) dır. Dante gibi o da Laura adlı bir kadına âşık olmuş ve hemen
hemen tüm şiirlerinden bu kadının aşkını terennüm etmiştir. Halkın konuşma
diliyle Laura’nın aşkı için yazılmış şiirleri Canzoniere
(Türküler) adı altında toplanmıştır. Bunların çoğu
sone tarzındadır. Boccacio (1313-1375),
küçük hikâye tarzının önde gelen bir yazarı olarak tanınmıştır. Hikâyelerinde
dinî konular yerine insanın sorunlarına, insanların türlü durumlarına: tutku,
öfke, sevinç, kötülük gibi değişik boyutlarına yer vermiştir. Başlıca eseri Decameron (On Gün) adını
taşır. Bu kitabında veba hastalığından kaçıp sığındıkları evde on kişinin
anlatmış olduğu yüz hikâye yer alır. Bunlardan başka destan türünde Ariosto (1474-1533)
ve Tasso (1544-1595)
iki
önemli
isimdir. Bunlar konularını Ortaçağdan almış olmalarına rağmen işleyiş, şekil ve
teknik bakımından klâsik kurallara bağlı kalmış, Yunan ve Lâtin edebiyatlarını örnek
almışlardır. Ariosto'nın Çılgın
Orlondo, Tasso'nun Kutarılmış Kudüs adlı
destanları ünlüdür. Ayrıca iktidarın korunması konusunu işlediği Prens adlı
eseriyle Macchiavelli (1469-1527) adlı siyaset yazarını da anmak gerekir.
Klâsik Dönemde İtalyan Edebiyatı
XVII.
yüzyılda girdiği gerileme döneminin ardından, İtalyan edebiyatında 18. Yüzyılda
klâsiksizmin etkileri kendini gösterir. Klâsisizme bağlı ürün veren üç önemli sanatçı
vardır: Goldoni (1707-1793)
komedya, Alfieri (1749-1803)
tragedya, Parini
(1729-1799) ise yergi türünde yazmışlardır.
Romantik Dönemde İtalyan Edebiyatı
Güldürüde
Carlo Goldoni (1707-1793) romanda Alessandro
Manzoni (1785-1873), anı türünde Silvio Pellico (1788-1854)
ve şiirde Giacoma Leopardi (1798-1837) başlıca romantik sanatçılardandır. Manzoni, şiir ve oyun
türlerinde de ürün vermekle birlikte en önemli eseri bir romandır: Nişanlılar. Leopardi
ise hüznü, acıyı, doğa sevgisini anlatan
karamsar şiirleriyle tanınır.
20. Yüzyıl İtalyan Edebiyatı
Fillippo Marinetti (1876)
Avrupa ülkelerinde de etkisi görülen fütürizm akımının kurucusudur.
Fütürizm akımına göre, modern zamanların makine ve onun hız
sistemine bağlı kalarak çağın ve geleceğin hızlı ve dinamik yaşanması gerekir.
Makine
çağının hız ve dinamizmi fütürizmin itici gücü olmuştur. Şiirde mısraların düzenlenişi
ve müzikal yapısı fabrika işleyişini, sistemini ve makine seslerini çağrıştırmalıdır.
20. yüzyıl İtalyan edebiyatının öncülerinden sayılan Alberto Morario,
yapıtlarında genel olarak orta sınıfı işlediğini görürüz. Bu sınıfın içinde
bulunduğu ahlâk çöküntüsünü, kişinin bencilliği yüzünden yalnız kalışını anlatır.
BİLİNÇSİZ
Bir işe kalkışıldı mı o iş önceden düşünülmüş demektir: Eylem
bazı bitkilerin toprak üstünde görünen yeşil kısmı gibidir, ama çekip koparmaya
kalkınca derin kökleri olduğunu görürsünüz. Ne kadar düşündüm acaba o mektubu
yazmak için? Altı ay, evet, o adam Cassia yolu üstünde yirminci kilometredeki
villayı yaptıralı altı ay oluyor. Aslında bu düşünce de bana dağ başında
tepemsi bir yerdeki yeni villayı görünce gelmişti. O günlerde, filmler ve
resimli romanların etkisiyle olacak, kafamda kavak yelleri esiyordu. Üstelik,
ben yaşlarda bir kız olan Santina'ya da kendimi beğendirmem gerekiyordu.
Demiryolu bekçisinin kızıydı Santina, alığın biriydi; ama güzeldi ya da bana
öyle görünüyordu. Birlikte gezdiğimiz bir akşam villayı göstererek
"Önümüzdeki günlerde bu villayı yaptırana bir tehdit mektubu yazmak
istiyorum" dedim. "Ne demekmiş o?" "Korkutucu... Ya paraları
çıkarsın yahut canına okuruz... Gözdağı vermek için." "Ama yasak değil
mi?" diye sordu şaşkınlıkla; "Yasaksa yasak... Ne önemi var bunun?
Parayı bırakacağı yeri bildiren bir mektup... Ee, ne dersin?" Onu biraz
olsun etkilenmiş, ürkmüş göreceğimi umuyordum; ama tersine, sanki ona dünyanın
en olağan işini önermişim gibi biraz düşündükten sonra, "Ben bu işte varım,
ne kadar isteyeceksin" demez mi!? Demek olağan sayıyordu bunu; ondan aşağı
kalmak istemedim ben de. "Bilmiyorum... Yüz, iki yüz bin." Ellerini çırptı:
"Ne güzel... Bana da bir şeyler alırsın artık." "Elbette."
"Ee, ne bekliyorsun öyleyse, ne duruyorsun?"
"Düşünecek zaman bırak" dedim sonunda. Böyle işte, bir şaka yüzünden
o mektubu yazmak zorunda kalmıştım. Villanın sahibi sık sık arabasıyla
Storta'dan, annemin manav dükkânının önünden geçerdi. Boyalı kartonlardan yapılıp
panayırlarda takılanlara benzeyen koca bir burnu, kapkara pos bıyıkları vardı. İri
yarıydı, devetüyü renkli paltosuyla tam bir ayı. Villanın bodrumu güzel kokular
yapılan bir laboratuvardı. Gerçekten alt kat pencerelerinden yemek kokuları
yerine, bu türlü kokular geliyordu. Hiç hoşlanmamıştım adamdan, bu da başka bir
nedeniydi mektubu yazmamın. Ama ona ne kadar bozulsam da, yüz bin liret
yüzünden Santina beni ne kadar kışkırtsa da o günlerden birinde, villa'dan az uzakta, üç maskeli adam bir
soygun yapmamış olsalardı, bu mektubu yazmazdım. Gazeteler her şeyi yazıyordu.
Romalı bir tüccar olan şoför kaçmaya çalışırken öldürülmüş; araba bir çukura
saplanmış, yolcuların nesi var nesi yoksa alınmıştı. "Şimdi o mektubu
yazmanın tam sırası" dedim Santina'ya o akşam. Şaşkınlıkla "Niçin?"
diyordu. "Çünkü" dedim, "mektubu soygunculardan biri yazmış gibi
yapacağız; olanlar yüzünden adam korkacak ve paraları sökülecek."
Santina'nın hayran hayran bana baktığını görünce ekledim: "Göreceksin,
yüreklilik-yüreksizlik yok... Yalnız bilinçlilikbilinçsizlik var... Bilinçlilik
yüreksizliktir, bilinsizlik yüreklilik. O adam şimdi bilinçsiz... Dağ başında,
yalnız bir villada oturmanın ne demek olduğunu, sözün gelişi; kolayca
soyulabileceğini bilmiyor, daha doğrusu biliyor, ama anlamış değil... Bu yüzden
bilinçsiz yani yürekli...Ben mektubumla, onu bilinçli ya da yüreksiz yapacağım...
Birden bire tehlikede olduğunu fark edecek, o zaman korkacak ve paraları
sayacak." Aylardan, hatta yıllardan beri hep düşündüklerimdi bunlar;
sözler ağzımdan sanki bir kitapta okumuşum gibi çıkıyordu; Santina, hayranlığını
belirtti gerçekten: "Söyle bana, bunların hepsini nasıl düşünebiliyorsun? Çok
zekisin!" Koltuklarım iyice kabarmıştı: "Bu bir şey mi? Beni tanımıyorsun
daha." Öylesine sevinmiştim ki dakika geçirmedim. Santina'yla Storta'daki
tütüncüye gittik, hemen oracıkta, bir masada mektubu yazdık: "Ölü soyucu,
uzun zamandır peşindeyiz ve paranın çok geldiğini biliyoruz. Sonunun
Vaccarino'nunkine benzemesini istemiyorsan, Cassia yolunda otuzuncu kilometre
taşının altına, yarınki salı günü, gece yarısından önce yüz bin liret bırakırsın.
Maskeli adam." Vaccarino, önceki gün öldürülen tüccardı. Santina bir
milyon isteyelim diyordu, ama olmazdı bu: Ona, bir milyon için bir adamın kelleyi
koltuğa alabileceğini; yüz bin içinse, epey düşüneceğini, sonunda da paralara kıyacağını
açıkladım. Santina evine gitti; ben de, biraz daha Storta'da dolandıktan sonra,
hava kararınca, bisiklete atladığım gibi o adamın villasına yollandım. Kıştı.
Güney batmaktaydı, batı kıpkızıl, ağaçlarsa kara görünüyordu. İki ağaç arasında
da alacakaranlık, ama ortaklık açık...Villanın parmaklıklarına uçar gibi vardım,
bisikletten inmeden bir elimle bir direğe tutundum, ötekiyle mektubu deliğe attım.
Yol, tam burada, iki dönemeç arasında, düz uzanır. Ben mektubu deliğe atarken,
dönemeçlerden, Roma yönündekinden, villa sahibinin arabası çıkıverdi.
ALBERTO MORAVIA
(Çeviren: Egemen Berköz)