1.KİTABIN
KONUSU:
17.yy`da Türkler tarafından esir edilen astronomi,matematik ve tıptan
anlayan bir Venedikli bilim adamının başıdan geçeler.
2.KİTABIN
ÖZETİ:
Venedik’ten Napoli’ye doğru
seyretmektedirler. Türk gemileri yollarını keser. Üstelik onlar topu topu üç
gemiyken, Türk gemilerinin ardı arkası kesilmemektedir. Bu Venedik gemisindeki
kürekçi esirlerde Türk olduklarından kaptan onları kırbaçlayamaz. Kaptanın bu
korkusunun, Yazarın hayatını değiştireceğinden haberi yoktur.
Türk gemileri geldiklerinde diğer iki Venedik gemisi gemilerin arasından
sıyrılıp kaçar. Yazarın olduğu gemi ise kaçamaz ve Türk gemilerinin arasında
kalır. O öğrenmeye düşkün biridir. Kamarasına iner ve Floransa’dan aldığı
kitaplara göz gezdirmeye başlar. Türkler artık gemidedir yukarıdan seslerini
duymaktadır. Yukarıya çıktığında esir düşen adamların ne yapılacağına karar verilir.
Bu adamlardan çoğu kürekçi olur. Yazarın aklına ise astronomiden anladığı ve
doktor olduğunu söylemek gelir. Böylece daha iyi yerlere gidebilir. Türklere
bunu söylediğinde pek yüz bulamaz. Daha sonra İstanbul’daki sarayın zindanında
bulur kendini. Burada doktorluk yapmaya çalışır. İyileştirdiği hasta sayısı
çoktur ve bundan para da kazanmaktadır. Hal böyle olunca birgün Paşa tarafından
çağırılır. Paşa’ya ya astronomi, matematik, tıp ve mühendislikten anladığını
söyler. Paşa’nın özel bir durumu vardır. Paşa’nın hastalığı bildiğimiz nefes
darlığıdır. Paşa bazı karışımlar hazırlar fakat bunu önce kendi paşanın önünde
içer, sonra paşa zehirli olmadığı kanatına vardığında kendi içer. Adamı geri
zindanına gönderirler. Adam zindanda doktorluktan kazandığı parayla türkçe
dersi aldığı ve türkçeyi hemen öğrendiği görülnce Paşa şaşırır.
Günler, aylar geçtikten sonra Paşa’nın iyileştiğini duyunca sevinir.
Fakat Paşa tarafından çağırılmamaktan yakınır. Birgün Paşa kendisini çağırır
odaya girdiğinde gözlerine inanamaz kendisine tıpatıp benzeyen sakallı bir adam
vardır. Paşa buna Hoca diye hitap etmektedir. Paşa mevzuyu açar ve bir düğün
tertipleyeceğini ve bu düğünde Hoca’yla birlikte düğün için fişek yapacaklarını
söyler. Hoca’yla hergün çalışırlar plarnlar yapar ve denerler. Birgün Paşa
kendilerini izlemeye gelir. İkiside çok heyecanlıdır. Gösteriye iyi başlarlar
ve iyi bitirirler. Paşa bundan menun kalır ve düğünde iyi bir başarıyla
sonlanır. Hoca’yla yazar arasında ilginç rekabet vardır. Hoca üniversite okumamıştır
fakat bu işlerle ilgilenir, öğrenmeye çalışır. Paşa birgün yeniden yazarı
çağırır ve ona dinini değiştirirse azat edileceğini söyler. Dinini gelip
gitmelere zorlamalara karşın değiştirmez. En sonun da iki tane iri yarı adam
onu sarayın bahçesine götürür. Kafasını bir kütüğe koyarlar ve ona dini
değiştirip değiştirmeyeceğini, değiştirmesse öldüreleceğini söylerler. Adam
karar vereceği sırada ağaçların arasından kendinin koşup geçtiğini görür,
şaşırır...Adam ne olursa olsun dinini değiştirmemektedir. Onu idam edemezler ve
paşanın yanına götürürler. Paşa’nın yanında Hoca da vardır. Paşa artık Hoca’nın
yanında olacağını azat etme hakkını Hoca’ya verdiğini söyler. Artık Hoca’nın
kölesidir. Hoca’nın evnine giderler. Hoca’nın evi küçük ve havasızdır buraya geldiğinde
yazar kendini hiç iyi hissetmez. Fakat sonraları yavaş yavaş alışmaya başlar.
Hoca’nın amacı kölesinin bilgilerinden yararlanmaktır. Hoca sürekli kendinin
bir abi ve kölenin de bir kardeş gibi öğretilenlerini dinlemesini ister. Çok
şey bilen Hoca olmalıdır hep...Aralarında böyle garip bir rekabet süresince
çalışırlar. Ağırlıklı olarak batı bilimi ve astronomi konuşulur. Hoca Ay’la
Dünya arasında bir gezegen olduğunda ısrarcıdır. Günleri sürekli evde kölenin
yaptırdığı masanın üzerinde çalışmayla geçer. Aralarında bazen kölenin özgürlük
hırsı yüzünden, bazende Hoca’nın laflarının doğruluğu yüzünden tartışmalar ve
sürtüşmeler olur.
Astronomi alanında çalıştıklarında ve de bunları Paşa’ya anlattıklarında
Paşa bunu hoş karşılar. Paşa birgün Hoca’yı Padişah’ın huzuruna çıkarmaya karar
verir. Padişah daha çocuktur yaptıkları astronomi araştırmalarını bir çocuğun
anlayacağı şekilde düzenler ve ezberler. Gidecekleri gün geldiğinde yaptıkları
astronomik aletleri de sarayı beraberlerinde götürürler çocuk bunları
gördüğünde sanki bir oyuncağı gibi merakla dokunmaya başlar. Çocuk Hoca’nın
anlattıklarını dinledikten sonra çok sevdiği hayvanlarıyla özellikle aslanıyla
ilgili soru sormaya başlar. Hoca’da sırf çocuğu etkilemek için cevaplar verir,
aslında Hoca’nın hayvanlardan anladığı yoktur. Hoca’nın kafasında çocuğu
etkileyip bundan ilim hakkında çalışma yapmak için gelir sağlamak vardır.
Yazarla birlikte kafalarından değişik değişik hayvanlar türetip bunları
Padişah’a anlatırlar. Çocuk bunlardan çok etkilenir.
Çocuk artık büyümüş ve blue çağına girmiştir. Hoca çoğu zaman kendi
kendine odada çalışır. Ne olursa olsun hoca padişah’ı etkilemeyi başarmış ve
kendi istediği yerden dirlik almıştır.
Hoca yavaş yavaş bu öğretme duygusundan soyutlaşır. Karşısına alıp bir
konu anlattığı insanlar çok saf ve bilgisiz eski kafalı idir. Hoca kendi
kendine birgün “Niye benim ben” diye sorar, işte burada yazara fırsat doğar ve
Hoca’nın direncini kıracak sözler söyler. Hoca sinirlenip birşeyler yazmasını
ister, o ise geçmişiyle ilgili şeyler yazmaya başlar. Günlerce birşeyler yazar
Hoca okur okur ve bir sonuç alamaz. Geçen günlerde kendi günahlarını yazamaya
başlarlar. Yazar, yazar fakat Hoca yazdığında Hoca hemen sinirlenip kağıdı
yırtar. Günler böyle geçip gider bir süre...
Hoca birgün sübyan okulundan geldiğinde veba çıktığını söyler.Yazar
inanamaz buna. Ertesi gün çıkıp araştırır günlerce araştırır...Şehirde veba
vardır bu doğrudur. Hoca yazarın çok korktuğunu görünce sevinir. Hoca ölümün
Allah’ın takdiri olduğunu söyler ve yazılmışsa olacağı varsa olur der. Yazar
çok korkmaktadır. Hoca birgün sübyan okulundan geldiğinde yazara göbeğinde
çıkan bir çıbanı gösterir. Yazar çok korkar Hoca’da tedirgindir bu çıbandan
aslında fakat pek belli etmemeye çalışır. Yazara sorar bu veba mı diye yazar
cevap veremez. Hoca çok korktuğunu görünce keyiflenir ve “Hadi dokunsana der”
fakat dokunamaz çok korkar. Diğer günler kabus gibi geçer artık kaçmalıdır bu
evden kurtulmalıdır. Birgün bu isteğini gerçekleştirir. Hemen deniz kıyısına
gider birikmiş parasıyla bir sandal tutar ve Heybeliada’ya kaçar. Burada bir
balıkçının yanında çalışır karnını doyurur ve yaşamaya başlar. Birgün bağda
uzanmış yatarken birden Hoca’yı görür karşısında şok olur ama Hoca kızgın
değildir. Yaptığının, hasta bir adamı yatağında bırakıp kaçmanın büyük suç
olduğunu kendisinde veba değil ufak bir hastalık olduğunu söyler. Bunları
konuşacak vakitleri yoktur Padişah onlardan şehirdeki vebayı durdurmalarını
ister. Hemen çalışmaya başlamaları gerekemektedir. Hızla çalışmaya başlarlar
gidip camilerdeki tabut sayılarını sayarlar istatislikleri çıkarırlar, bunun
gibi birçok şey yaparlar. Birgün Padişah’a gidip insanları evlere sokmalarını
gerektiğini çarşıyı bir süreliğine kapatmaları gerektiğini yoksa baş
edemeyeceklerini söyler. Padişah buna olumlu bakar fakat yanındaki vezir ve
yardımcıları bunu istemezler ama Padişah’ın dediği olur. Yeniçeriler herkesi
evine sokar ilkleri daha sonra çok az kişiye izin kağıtları verip ticaretin az
da olsa işlemesini sağlar. Gün geçtikçe ölü sayısı azalır veba hemen hemen
bitmeye başlar. Hoca ve yazar artık Padişah’ın güvenini kazanmıştır. Hoca
ödülünü alır ve Müneccimbaşılığa getirilmekle kalmaz Padişah’la yıllardır
uğraştıkları yakın ilişkiyi kurar. Hoca artık her sabah saraya girip Padişah’ın
rüyalarını yorumlar gelecek hakkında konuşurlar. Yazar ise sürekli evdedir.
Padişah çok sık av seferleri yapar Hoca bu seferleri aptalca bulur. Seneler
böyle geçer...
Birgün Padişah Hoca’dan hep söz ettiği şu düşmanları dize getirecek
silahı yapmasını ister. Bu sırada Hoca saraya çok az gelip gitmeye başlar. Onun
yerine saraya artık Yazar gider.Padişah’la zaman zaman sohbet edip Hoca’yla çok
benzerliklerinin olduğu aslında Hoca’nın kendisi olduğu gibi garip ve kafa
karıştırıcı laflar söyler. Dört sene böyle geçer, sarayda eğlencelere katıla
katıla iyice şişmanlar. Hoca ise silahını yapmış Padişah’ın seferden dönmesini
bekler. Hoca’nın silahı çok büyük
canavar gibi birşeydir. Çalışması için beş, altı adam gerekir ama silahın içi
cehennem sıcağı olduğundan bunlar özel kişiler olmalıdır. Hoca günlerini silah
denemeleriyle geçirir kış gelmiştir Hoca bu adamlarla bağlantılarını
koparmamıştır. Yaz geldiğinde Padişah seferden dönmüş ve yeni bir sefere
hazırlanır silah için adamlar çağrılır çünkü Hoca silahında savaşta yer
almasını bekler. Beklediği gibide olur silahı savaşa çağırılır ve sefer
çıkılır.Seferde günlerde ilerlenir çoğu kişi bu büyük makinenin ordunun hızını
kestiği düşüncesinde kapılır.Hoca hristiyan köylerinden birine geldiğinde yaşlı
bir adamı tercüman eşliğinde günahlarını söylemeye zorlar. Yaşlı adam utanır
baskıdan sonra söyler.Söyler ama Hoca bunun yalan olduğu kanısındadır. Hocayı
tatmin etmez ileriki günler normal insanları kimi bulursa sorguya çeker.
Bazılarına doğru söylemesi konusunda işkence yapar, daha sonra geceleride
vicdan azabı duyar. Bu böyle günlerce sürüp gider ve artık seferin amacı olan
Kale’yi alacakları yere doğru yaklaşırlar. Hava sürekli yağmurludur ve bu koca
canavar çamura batar. Artık herkes bunun ordunun direncini kırdığı
düşüncesindedir. Askerlerin bile inancını kırar bu makine. Sultan zaten
öfkelidir çünkü Doppio Kalesi hala alınamamıştır. Sabah olduğunda Beyaz Kale
görünmüştür esrarengiz bir güzelliği vardır. Artık Beyaz Kale önlerindedir.
Silahı deneme vakti gelmiştir. Silaha adamlar yerleştirilir ve hedefe doğru
yönelinir fakat silah çamura saplanır daha ateş etmedende koca tekerleri
altında adamları ezilerek can verir. Yazar Padişah’a bakamaz bir ara bakar ve
Padişah’ın kafaların yanından geçip gittiğini görür...O akşam Hoca’yı
Padişah’ın çadırına çağırırılar uzun bir süre gelmez ve bu süreç içerisinde
yazar Hoca’yı çoktan öldürdüklerini ve biraz sonra cellatların da kendisinin
canını almak için geleceğini düşünür ama öyle olmaz. Saba karşı Hoca gelir ve yazar
eski hayatı hakkında birşeyler anlatmaya başlar kırkardeşinin kekeme olduğu,
elbiselerinin çok düğmeli olduğu evinin bir masasının üzerindeki sedef kakmalı
tepside şeftaliler ve kirazlar durduğunu masanın arkasında hasırdan örülmüş bir
sedir olduğunu, üzerinde pencerenin yeşil çerçevesiyle aynı renkte kuştüyü
yastıklar olduğu arkasına bir serçenin konduğunu, kuyu, zeytin ve kiraz
ağaçlarını, onların arkasındaki ceviz ağacında yüksekçe bir dalına uzun iplerle
bağlanmış bir salıncak belli belirsiz rüzgarda hafif hafif kıpırdandığı gibi...
Sonrasında yazar bu hikayelere kaldıkları yerden geç de olsa süreceğine
inandığını ve Hoca’nında aynı şeyi düşündüğünü, kendi hikayesine sevinçle
inandığını bilir. Elbiselerini telaşla kapılmadan ve konuşmadan değiştirirler.
Yazar ona yüzüğünü ve yıllarca ondan saklamayı becerdiği madalyonunu verir.
İçinde annesinin resmi ve nişanlısının kendi kendine beyazlaşan saçları vardır.
Sonra çadırdan çıkıp gider sessizce, ağır ağır kaybolur.
Aradan yıllar geçmiştir.Yazar Müneccimbaşının boynu vurulmadan ,
hayvanlara düşkün Padişah tahttan indirilmeden çok önce Gebze’ye kaçmıştır.
Yazar bundan şikayetçi değildir.Çok parası İtalya’daki gibi bir evi, karısı ve
dört çocuğu vardır artık yetmiş yaşındadır.
Padişah’la iki kere görüşmesinde laf O’ndan açılır. Padişah aslında her
şeyi biliyormuş.O takvimleri, kitapları bütün o kehanetleri O’nun yazdığını
bilir ve bunuda ona silah bataklığa saplandığında söyler. Bu konuşmalardan
yazarın kafası çok karışır. Her şeye rağmen yazar O’nu özler
Yazar bir gün evindeyken yaşlı bir adam gelir bu adamla sohbet ederler.
Adam da hayal ürünü şeyler yazdığını söyler. Bu hikayeleri birbirleriyle
paylaşırlar. Bu adam yazarda garip duygular uyandırır. Evinde yatıya kalır bu
adam gece boyunca birbirlerine yaşadıklarını anlatırlar ve bu anıları
paylaştıktan sonra yaşlı adam evden ayrılır.
Yaşlı adamın girmesinden sonra yazar bize bir köşeye attığı ve hiç
dokunmadığı O’nunla geçirdiği anıları anlatan kitabını bitirmeye karar verdiği
günü anlatır. İki hafta öncesine kadar başka hikayeler türetmeye çalışan yazar
İstanbul tarafından gelen bir atlı görür ve bunun kendi evine doğru geldiğini
fark eder. Atla gelen adam önce İtalyanca konuşur fakat sonra O’nun kadar
olmasa bile O’nun yanlışlarıyla Türkçe konuşur.Adını O’ndan öğrendiğini buraya
kendisini O’nun gönderdiğini söyler. O’nun İtalya’da kitaplar yazdığını zengin
olduğunu öncesinden bir kadınla evlenip geri eski nişanlısını bulup onunla
evlendiğini, yeni kitabının adının “Orada Tanıdığım Bir Türk” olduğunu söyler.
Yazar kendisininde O’nun la geçirdiği yılları anlatan bir kitap yazdığını
söyler atla gelen adam bunu okumak ister. Adam okumaya başlar.Yazar üç saat
bahçede oturup adamın kitabı bitirmesini bekler. Adam kitabın sonlarına
geldiğinde adamın yüzü allak bullak olur. Yazar adamın bir sayfaya dikkat
etmesini bekler kitabı bitirdiğinde sayfaları hızlıca karıştırır sonunda o
sayfayı bulur dışarı hızla göz gezdirir. Ne gördüğünü yazar tabi ki çok iyi
bilir:
Evin bir masasının üzerindeki sedef kakmalı tepside şeftaliler ve
kirazlar durduğunu masanın arkasında hasırdan örülmüş bir sedir olduğunu,
üzerinde pencerenin yeşil çerçevesiyle aynı renkte kuştüyü yastıklar olduğu
hemen yanında da yazarın oturduğunu, arkasına bir serçenin konduğunu, kuyu,
zeytin ve kiraz ağaçlarını, onların arkasındaki ceviz ağacında yüksekçe bir
dalına uzun iplerle bağlanmış bir salıncak belli belirsiz rüzgarda hafif hafif
kıpırdandığını görür.
3.KİTABIN
ANA FİKRİ:
İnsan sevdiği hele de hayatını
bağladığı birinden asla şüphelenmemeli, hatta ona git gide daha da bağlanmalı;
onu kaybetmemek için elinden geleni yapmalıdır.
4.KİTAPTAKİ
OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN
DEĞERLENDİRİLMESİ:
Venedikli;ülkesinde çok iyi eğitim almış,her bilim
alanında bilgisi ve kitapları olan,fakat kendini biraz beğenen bir
kişidir.Hoca;iyi bir eğitim almış ve parlak bir zekası olan,aynı zamanda hırslı
ve okumayı seven bir kişidir.Padişah;hayalperest,hayvanları ve avlanmayı çok
seven ve olayları çok iyi takip eden, insanların etkisinde kalan bir kişidir.Paşa;sinsi
ve hırslı,çevresindeki insanları kullanmayı seven bir kişidir.
5.KİTAP
HAKKINDA ŞAHSÎ GÖRÜŞLER:
Çok
sürükleyici bir kitaptı. Özellikle kitabın edebi yönü beni derinden etkiledi.
Olaylar arasındaki felsefik bağ beni bazen saatlerce düşündürdü.
6.KİTABIN
YAZARI HAKKINDA BİLGİ:
7
Haziran 1952’de doğdu. New York’ta geçirdiği üç yıldan sonra hep İstanbul’da
yaşadı. Liseyi Robert Kolej’de bitirdi. İstanbul Teknik Üniversitesinde üç yıl
mimarlık okudu. 1976’da İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’nü bitirdi.
1974’ten başlayarak düzenli bir şekilde yazı yazmayı kendine iş edindi.
Kitapları belli başlı Batı dillerinde çevrildi. Romanları onüç dile çevrilen
Orhan PAMUK’un kitapları Brezilya’dan Avustralya’ya, Norveç’ten İtalya’ya pek çok ülkede yayımlanmaya devam
ediyor.